Rûhânîlerin emir ve yasaktan yana nakilleri yoktur…

Daha sonra bilesin ki, muhakkak rûhânîlerin emir ve yasaktan yana nakilleri yoktur. Ve onların ancak teşvîk ve haber vermesi vardır. Çünkü onların emrinin faydası yoktur. Şimdi eğer seni idâre edecek bir rûhâniyyet senin üzerini kapladığı zaman, dikkât et! Eğer sana emreder ve ibâdetlerin bir türünü yasaklarsa, bu şeytânîdir. Ondan kaç! Ve zikri ve âyete’l-Kürsîyi ve Bakara sûresini okumayı arttır! Ve eğer sana emretmez, fakat sana haber verirse, sen onda şeytan ve bunun gayrı olması arasında ihtimâl üzeresin. Ve onların arası bir şeyi, daha sonra diğer bir şeyi, daha sonra diğerini nakletmek sûretiyle olan nakildeki bu çeşitlenmenin sür‘ati ile ayırt edilir. Bundan dolayı o rûh ve şeytandır. Ve eğer tek bir emir devamlı olursa, aynı şekilde sen fitne hâlinde onunla berâbersin. Ve eğer doğru olanı istersen ancak küllî fenâ hâlinde sûretlendirmen ve hissin olmaksızın sana hâsıl olan şeydir. Nakilden olan şeye senin soyut aklın dahi sıhhatten yana müstesnâdır. Ve hayranlık müşâhedesinin sırrı ve ilim keşfi sırrı ve edebin devamlılığı sırrı ve tevhîdde fenâ sırrı ve muhtâc oluştan yana kabz sırrı ve suâlden yana bast sırrı vardır. Ve sırlar çoktur. Ve bizim anlattığımız şeyde onu kullanacak kimse için faydalı devâ vardır.

Ya‘nî yukarıdaki îzâhlara ilâve olmak üzere bilesin ki, rûhânîlerin, ya’nî meleklerin, kulların kalblerine emir ve yasak nakletmeleri yoktur. Ve onların naklettikleri ancak teşvîk ve haber vermeye bağlanır. Örneğin hayırlı amellerden bir amelin yapılmasına teşvîk eder; veyâhut muâmelelerinde teşebbüs edeceğin bir fiilin zararlarını haber verir; bunlar melekî hâtıralardır. Sen bunları ister yaparsın ve ister terk edersin; ve melekler senin irâdene hâkim değildirler. Bundan dolayı meleklerin emrinde fayda yoktur. Bu sebepten emretmezler ve yasaklamazlar, yalnız teşvîk ederler ve haber verirler.

Seni idâre edecek ve irâdene hükmedecek bir rûhâniyyet senin üzerini kapladığı zaman dikkât et ve onu tedkîk eyle! Eğer sana ibâdetlerin bir türü ile emreder ve yasaklarsa bu melekî değil, şeytanîdir. Ondan kaç! Ve çokça zikrullâh ile meşgûl ol; ve Âyete’l-Kürsî’yi ve Bakara Sûresini çok oku!

Örneğin bünyen zayıftır. Oysa sen bu zayıf bünye ile evlâd ve bakmakla yükümlü olduklarının geçimini sağlamak için çalışmaya mecbûrsun. İblîs bu hâlinle berâber sana ibâdetlerin bir türünden olan nâfile oruç ile emreder. Eğer sen bu emre uyarak nâfile olarak oruç tutmaya başlarsan vücûdun büsbütün zayıflayıp farzları yapmaya gücün yetmeyecek ve evlâd ve bakmakla yükümlü olduklarının geçimini sağlayamayacak derecede hasta olursun. La’netlenmiş ise bu emri ile amacına ulaşır.

Veyâhut vaktinde farzı yapmaya niyyet ettiğin hâlde dünyâ işlerinden bir husûsun yapılması gerektiğini hatırına naklederek namazın kılınmasından yana engeller. Ve sen o dünyâ işinin yapılmasına teşebbüs edersin, onunla meşgûl iken namaz vakti kaçar; namazın kazâya kalır. Ve bu şekilde lânetlenmiş yine amacına ulaşır. Bu gibi emir ve yasaklarda gâyet dürüst bir muhâkeme lâzımdır. Böyle bir hâl gerçekleştiğinde ne gibi çârelere başvurulması lâzım geleceğini cenâb-ı Şeyh (ra) beyân buyurmuştur.

Ve eğer bir rûhâniyyet, bu anlatılan şekilde sana emretmeyip de “falan şey böyle olacak” gibi bir şey hakkında sana haber verir ise, bunda iki ihtimâl vardır:

Ya şeytandır; veyâ Şeytanın gayrı olan rûhdur.

Bunların farkedilip ayırt edilmesi nakildeki çeşitlenmenin sür’ati iledir. Eğer gelen haber, ilk olarak bir şey, sonra dîğer bir şey ve daha sonra başka bir şey nakledilmesi sûretiyle olursa, o nakli yapan rûh ve şeytandır. Bu haberler arasında ba’zen doğrusu olduğu gibi, bir çok da yalanlar bulunur. Nitekim hadîs-i şerifte şöyle buyrulur: “Cinnî ezberleyip yaklaştığı kimsenin kulağına okuduğu kelimeye yüzden fazla yalan katar.”

Cin tarafından olan nakiller hakkındaki dîğer ayrıntılar Âkâmü’l-Mercân fî Ahkâmi’l-Cânn ismindeki kitapda bulunmaktadır. Bu kitap 1326 hicrî senesinde Mısır’da basılmıştır. Artık zamânımızda doğuda ve batıda revâcta olan “rûh çağrılması” usûlündeki bozukluk buna göre tespît edilebilir. Bununla meşgûl olanlar berzaha geçmiş olan zâtların rûhlarıyla buluştuklarını zannederler. Ve bunların ba’zı haberlerinin doğru olduğunu görerek, bu husûsta kalblerinde emînlik oluştururlar. Bu doğru değildir. Gerçi berzahtaki rûhlar ile buluşmak mümkündür. Fakat bu buluşma, nefsânî sıfatlardan kurtulup berzah hayâtı ile münâsebet oluşturan seyr ü sülûk ehline mahsûstur. Sûrî ve ma’nevî tahâretten uzak olanlara yaklaşanlar bahsettiğimiz aldatıcı rûhlar ve şeytanlardır. Amaçları Âdemoğulları ile alay etmek ve onları yollarından saptırmaktır. Cenâb-ı Hak’tan sığınma isteriz.

Ve eğer nakilde tek bir emir devamlı ve dâim olursa ve çeşitlenme sür’ati bulunmazsa, yine sen rûh ve şeytân ile fitne hâlindesin. Ve eğer naklin doğrusunu istersen ancak yukarıda îzâh edilmiş olduğu üzere küllî fenâ hâlinde, sana hiç bir sûretlendirmen olmaksızın ve senin hissin bulunmaksızın, hâsıl olan nakildir. Eğer bu nakle senin soyut anlayışın ve aklî bakışın karışırsa, bu da fitneden yana sâlim değildir. Bu hâl dahi sıhhatten müstesnâdır. Mesnevi:

Tercüme: “Tabîî olan histen ve kulaktan ve fikirden soyutlanınız ki “Yâ eyyetühen nefsül mutmainneh; İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh” (Fecr, 89/27-28) ilâhî hitâbını işitesiniz.”

Şimdi ilâhî sırların türleri çoktur: Hayranlık müşâhedesi sırrı ve ilim keşfi sırrı ve edebin devamlılığı sırrı ve tevhîdde fenâ sırrı ve muhtâc oluştan yana kabz sırrı ve suâlden yana bast sırrı bu sırların türlerindendir. Ve bu sırlardan hangisi olursa olsun, onu kullanacak olan sâlik için, bizim bu bahisde anlattığımız usûl ve kâidelerde faydalı devâ vardır. Çünkü sâlik bu sırlara bağlı olan nakillerdeki hak ve bâtılı bu kâidelere göre fark ve ayırt eder. Bâtılı red eder ve hakkı kabûl eder. Şimdi bu sırlar aşağıda taşların özellikleri bahsinde birer birer îzâh edilir.