Ve halkın tamâmı dört âlem üzerinde dönmektedir ki, “a’lâ ya’nî en yüksek âlem” ve “istihâle ya’nî başkalaşma âlemi” ve “’imâret-i emkine ya’nî mekânların ‘imârlığı âlemi” ve “niseb ya’nî bağıntılar âlemi”dir. Ve bu âlemlerden her birinin bir gâyesi vardır. Şimdi büyük âlemden en yüksek âlemin ihtivâ ettiği şeyin hepsi yirmi hakîkattir. Ve başkalaşma âlemi on beş hakikattir. Ve mekânların ‘imârlığı âlemi” dört hakîkattir. Ve bağıntılar âlemi on hakikattir. Ve onların hepsi insanda mevcûddur. Ve bunlar ana esâslardır ki, kırk dokuz hakîkattir. Ve insan da böyledir.
Ya’nî halkın tamâmı bütünlüğü i’tibârı ile dört âlem üzerine binâ edilmiş ve onun üzerinde dönmektedir.
Bunlardan biri halk edilişin başlangıcından i’tibâren yeryüzüne nisbetle gerçekleşen halka dönük mertebeler olup “en yüksek âlem” denilir. Bu yükseklik, maddî ve ma‘nevî yüksekliği kapsamaktadır.
Örneğin mutlak vücûdun, muhammedî küllî hakîkatten i’tibâren yeryüzünün var edilmesine kadar olan ma‘nevî ve maddî mertebeleri “ulvî âlem” olduğu gibi, yeryüzünün var edilmesinden sonra vücûd bulan ve dünyâya göre gök ve üst sayılan süflî gök cisimlerinden Venüs, Merkür ve Ay dahi “ulvî âlem” olarak i’tibâr olunmuştur.
Bundan dolayı bu i’tibârlar yeni astronomi bilginlerinin bakış açısına göre gerçekleşen bir taksîm değildir. Çünkü yeni astronomiye göre Venüs ve Merkür süflî gök cisimlerinden olduğu gibi, Ay da Dünyâ’nın uydusudur.
Şimdi bu bakış açılarındaki muhâlefet bu iki i’tibârdan her birinin iptâl edilmesini gerektirmez. Örneğin ilkbahar mevsiminde açılmış bir güle bakan bir şâir ve bir bitki bilimci ve bir kimyâger ve bir bahçıvan başka başka bakışlar ile bakarlar. Ve her biri kendi ilmi çerçevesinde fikir sâhibi olur. Oysa bunların herbiri kendi tefekkürlerinde isâbetlidir. Birisinin diğerinin fikrini çürütmeye hakkı yoktur. İşte astronomi hakkında tahkîk ehli ile bilim adamlarının bakışları da böyledir. Nitekim sırası gelince özel olarak îzâh edilecektir.
İkinci âlem “istihâle ya’nî başkalaşma âlemi”dir. Bunlar da Dünyâ’yı çevrelemiş esîr ve harâret ve havâ ve su ve toprak ve diğerleri… felekleridir.
Üçüncü âlem, “‘imâret-i emkine ya’nî mekânların ‘imârlığı âlemi”dir. Bunlar da tabîî kuvvetler, bitki, hayvân, ve ma’dendir.
Dördüncü âlem “niseb ya’nî bağıntılar âlemi”dir. Bunlar da “makülât-ı aşere ya’nî on kategori” denilen “araz,” “keyfe ya’nî nitelik,” “kemm ya’nî nicelik,” “zaman,” “izâfet ya’nî bağlılık” ve diğerleri…dir.
Şimdi hakîkat-i muhammediyyeden i‘tibâren büyük âlem denilen güneş sistemimizin “en yüksek âlemi”nin ihtivâ ettiği şeyin hepsi yirmi hakîkattir. Bunları tahkîk ehli hazarâtı kitablarında bir çok yerlerde beyân etmişlerdir. Bu cümleden olarak Fütûhât-ı Mekkiyye’nin ilk cildinde ve İbrâhîm Hakkı hazretlerinin Ma’rifet-nâme’sinde ve Lâhicî’nin Gülşen-i Râz Şerhi’nde ve Mahmûd Şebüsterî’nin Mir’ât-ı Hakâyık’ında ayrıntılı olarak bulunmaktadır. Ve Hz. Şeyh-i Ekber (ra) dahi aşağıda insan ile âlem arasındaki benzerliği beyân sırasında îzâh ederler.
Ve başkalaşma âlemi on beş hakikattir. Ve mekânların ‘imârlığı âlemi dört hakîkattir. Ve bağıntılar âlemi on hakîkattir. Ve mahlûkların özü olan insanda bu hakîkatlerin hepsi mevcûddur. Çünkü insan büyük âlemin bir cüz’üdür. Ve her küllün cüz’ünün, o küllün hükümlerini ve vasıflarını toplamış olacağında şübhe yoktur.
Ve bu sayılan olunan kırk dokuz hakîkat, ana esâslar ve asıl olup onların dalları vardır. Ve insan da büyük âlem gibi bu kırk dokuz hakîkati toplamıştır.