Allah seni muvaffak etsin ve seni doğru yola sevk etsin! Bilesin ki, her bir sonradan olan için bir gıdâ vardır ki, onunla gıdâlanır. Onda onun devamlılığı vardır. Ve bilesin ki, muhakkak Mîkâîl rızıklar ve bütün hissedilebilir olan gıdâlar üzerine emîndir. Ve ona senden bütün beden üzerine gıdâyı veren ciğer karşılık gelir. Ve aynı şekilde İsrâfîl cisimleri rûhlar ile gıdâlandırır. Ve Cebrâîl rûhları ilim ve ma’rifetler ile gıdâlandırır. Şimdi her bir mevcûdun devamlılığı işlerden bir işe bağlı olarak gerçekleşir. Bu iş dahi onun gıdâsıdır. Nitekim cevherin gıdâsı araz iledir. Onsuz onun için devamlılık yoktur. Ve aynı şekilde cisim birleşme iledir. Ve aynı şekilde akıl ba’zı zarûrî ilimler iledir. Ve aynı şekilde heyûlâ sûretler iledir. Şimdi kudsî rûh, kendi vücûdunda dâimâ kendisinin bakāsına susamıştır. Ve onun bakāsı ilâhî ilimler iledir; o onun gıdâsıdır. Ve işte bunun için Allah Teâlâ Peygamber’i (s.a.v)’e “ve kul rabbi zidnî ilmâ” ya’nî “Rabb’im ilmimi arttır, de!”(Tâhâ, 20/114) buyurdu. Daha sonra Buhârî’nin onu Sahîh’inde rivâyet edip dediği şekilde hissedilebilir gıdâ sûretinde gördü ki, (Sav) buyurdu: “Bana gösterildi ki, gûyâ bana bir kadeh süt verildi; ben onu içtim. Doymuşluğu tırnaklarımdan çıktı. Daha sonra artanını Ömer’e verdim.” “Yâ Resûlallah nasıl te’vîl ettin?” dediler. “İlim ile” buyurdu. Ve onu Mi’râc gecesinde içti. Ve ona: “Seninle ümmetine Allah Teâlâ’nın eriştirdiği fıtrattır” denildi.
Allah Teâlâ seni hakîkatleri idrâk etmeye muvaffak etsin; ve ma’nâları idrâk etme husûsunda seni vehmin te’sîri altında bırakmayıp doğru yola sevk etsin!
Bilesin ki, her bir sonradan olanın gıdâlandığı bir gıdâ vardır ki, bu gıdâ o sonradan olmuş olan şeyin ayakta kalmasına ve devamlılığına sebep olur. Örneğin toprak su ile; ve su hidrojen ve oksijen ile gıdâlanır. Ve bunların gıdâsı rahmânî nefes; ve rahmânî nefesin gıdâsı hakîkî vücûddur. Ve hakîkî vücûd hepsinin Kayyûm’udur. Ve bir olan hakîkî vücûdun bütün âlemi ihâta etmiş olan küllî kudretinin zuhûr yerleri dörttür. Onlar da Cebrâîl, Mîkâîl, İsrâfîl ve Azrâîl (aleyhimü’s-selâm)dır.
Bunlardan Mîkâîl (as) rızıklar ve bütün hissedilebilir olan gıdâlar üzerine emîndir. Ya’nî âlemin tamâmında gıdâya muhtâc olan her bir sonradan olanın kendi türüne mahsûs olan gıdâsını, onun bünyesinin ihtiyâcına göre cenâb-ı Mîkâîl dağıtır. Ve onun idâresi altında ve emrinde sayısız ve hesapsız melekler olup bu hissedilebilir gıdâları dağıtır ve takdîr ederler. Ve onun âlemin tamâmına olan te’sîr yönlerinden her birisi bir kanadıdır. Bundan dolayı “kanatlı melekler” denilince “kuşlar gibi kanatlı” acâib bir sûret hayâl edilmemelidir. Kur’ân ve hadîsler benzetmeler ve istiâreler üzerine gelmiştir. Şimdi sen bir maddeyi ölçtüğün ve takdîr ettiğin zaman cenâb-ı Mîkâîl’in te’sîr yönlerinden bir te’sîr altında ölçersin ve takdîr edersin. Çünkü bu ilâhî küllî kuvvetler varlık âleminin tamâmını çevirmeye me’mûrdurlar. Ve küçük âlem olan senin vücûdunda Mîkâîl’in benzeri “ciğer”indir. Gıdâdaki kanı alıp tasfiye ile kalbe ve damarlara dağıtır. Ve sen bu sâyede gıdâdan istifâde edersin.
Ve ilâhî küllî kuvvetlerden biri de İsrâfîl (as)’dır. Cisimleri rûhlar ile gıdâlandırır. Ve bunun senin vücûdundaki benzeri “kalb”dir ki, onun çarpmaları hayvânî rûhun vücûdda kıyâmına sebebdir. Ve onun emrinde sayısız ve hesapsız melekler olup âlemin tamâmında te’sîr yönleri sayısız ve hesapsızdır.
Ve bu dört kuvvetten birisi de Cebrâîl (as)’dır ki, rûhları ilimler ve ma’rifetler ile gıdâlandırır. Ve onun emrinde de sonsuz melekler olup âlemin tamâmında te’sîr yönleri sayısızdır. Ve senin vücûdunda onun karşılığı beynine bağlı olan “akıl”dır ki, sen o akıl vâsıtasıyla âlemin sûretlerinden bir takım ma’nâlar çıkarıp rûhunu gıdâlandırırsın.
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (ra) dördüncü kuvvet olan Azrâîl (as)’ı burada zikretmemiştir. Çünkü cenâb-ı Azrâîl sûretten ma’nâyı çekip ayırmaya ve fânî etmeye me’mûrdur. Ve fenâda ise gıdâ ile kıyâm söz konusu olamaz. Şimdi her bir mevcûdun devamlılığı işlerden bir işe bağlı olarak gerçekleşir. Bu iş dahi onun gıdâsıdır. Nitekim yukarıda bir miktar îzâh edildi. Ve buna benzer şekilde;
Cevherin gıdâsı araz iledir. Örneğin genişlik, uzunluk ve derinlik birer arazdır. Bunlar bir maddenin ve bir cevherin vücûdu olmaksızın his ile görülmezler.
Ve aynı şekilde cismin gıdâsı cevherlerin birleşmesi ve terkîbi iledir. Örneğin hayvânî bir cisim bir çok muhtelif basît unsurlardan oluşurr. Ve bunların zerreleri anbean vücûddan ayrılıp yerine yenileri gelir. Ve bu şekilde cisim bunlarla gıdâlanır.
Ve aynı şekilde aklın gıdâsı ba‘zı zarûrî ilimlerdir. Örneğin soğuk havada akıl, vücûdun ısıtılmasına ve açlık hâlinde gıdâ tedârik etmesine hükmeder. Bundan dolayı aklın vücûdu bu zarûrî ilimler ile kâimdir. Eğer bir kimsede bu zarûrî ilimler görülmese onda aklın olmadığına hükmedilir.
Ve aynı şekilde heyûlânın gıdâsı sûretler iledir. Çünkü heyûlâ akılda bir vehmî husûstur. Ancak sûret ile onun varlığına delîl getirilir. Örneğin “esîr” dediğimiz şey hissedilebilir bir şey değildir. Akılda sâbit olan bir heyûlânî cevherdir. Biz onun varlığına sûretler yoluyla geçeriz. Bundan dolayı bu sûretler o heyûlânî cevherin gıdâsı olur.
Şimdi kudsî rûh, ki insânî vücûdda ilâhî halîfe olan izâfî rûhtur, o dahi kendi vücûdunda dâimâ kendisine mahsûs gıdâ ile kendisinin bakâsına susamıştır. Ve onun bakâsına sebep olan gıdâ ilâhî ilimlerdir. Ve işte bunun için Allah Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber’i (as)’a “ve kul rabbi zidnî ilmâ” (Tâhâ, 20/114) ya’nî “Yâ Habîbim, yâ Rab benim ilmimi arttır, de!” buyurdu.
Daha sonra Buhârî’de bulunan sahîh hadîsler arasında rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte beyân buyrulduğu şekilde, o ilmi hissedilir gıdâ sûretinde ma‘nâ âleminde gördü ki, onu şu hadîs-i şerîfte şöyle beyân buyurdular:
Bana gösterildi ki, gûyâ bana bir kadeh süt verildi; ben onu içtim. Doymuşluğu tırnaklarımdan çıktı. Daha sonra artanını Ömer’e verdim.” “Yâ Resûlallah nasıl te’vîl ettin?” dediler. “İlim ile” buyurdu.
Şimdi ma‘nâ âleminde gördükleri ve içtikleri sütü, “ilim” ile te’vîl ettiler. Ve (Sav) Efendimiz bu sütü Mi‘râc gecesinde içti. Ya‘nî meşhûr olduğu üzere Mi‘râc gecesi kendilerine üç kadeh getirildi. Birisinde “su” ve birinde “şarâb” ve birinde de “süt” var idi; sütü içtiler. Ve sütü tercîh edip içtiğinde: “Yâ Resûlallah, seninle ümmetine Allah Teâlâ’nın eriştirdiği fıtratı tercîh ettin” denildi. Çünkü fıtrat boyun eğme üzeredir; ve islâm ise boyun eğmeden ibârettir. Ve boyun eğmenin zıddı olan muhâlefet İblîs ve tâbi’lerinin hâlidir ki, ârıza işlerdendir. Ve süt mülâyim ve faydalı olan bir gıdadır. Nitekim Hak Teâlâ “lebenen hâlisen sâigan liş şâribîn” ya’nî “içenlere içimi kolay hâlis süttür” (Nahl, 16/66) buyurur.
Bilinsin ki, rü’yâ üç tür üzeredir. Birisine “katıksız keşf,” diğerine “muhayyel ya’nî hayâlî keşf” ve üçüncüsüne “katıksız hayâl” derler.
“Katıksız keşf”: Görülen rü’yânın uyanıklık hâlinde aynen gözükmesidir. Bu tür rü’yâ ta’bîre muhtâc değildir. Nitekim “Lekad sadakallâhu resûlehur rü’yâ bil hakkı, le tedhulunnel mescidel harâme inşâallâhu âminîne muhallikîne ruûseküm ve mukassırîne” ya’nî “Andolsun ki, Allah Resûl’ünün rü’yâsının, hak olduğunu tasdîk etti. Ve Allah dilerse, siz mutlaka Mescid-i Harâm’a emîn olarak, başlarınız tıraş edilmiş ve (saçlarınız) kısaltılmış olarak gireceksiniz” (Feth, 48/27) âyet-i kerîmesinde beyân buyrulduğu üzere (Sav) kendilerini başlarını tıraş etmiş oldukları halde Mescid-i Harâm’a girmiş gördüler. Altı sene sonra aynen gerçekleşti.
“Muhayyel ya’nî hayâlî keşf”: Bu tür rü’yâ ta‘bîre muhtâcdır. Ve rü’yâ ta’bîrinde belirli bir kâide yoktur. Yûsûf (as) hakkında olduğu gibi, rü’yâ ta‘bîri ilmi ilâhî hîbedir. Rü’yâ ta’bîri genellikle ma’nâda görülen sûretin ma’nâsından şehâdet âlemindeki sûretlerden uygun bir surete geçmek şeklindedir. İşte hadîs-i şerîfte sütün “ilim” ile te’vîl edilmesi bu türdendir.
“Katıksız hayâl”: Bu rü’yâ, uyanıklık hâlinde görülüp beyne işlenmiş olan süflî sûretlerin rûhuna yansımasından ibâreıtir ki, aslâ te’vîli ve ta’bîri yoktur. Buna “perîşân rü’yâ” da derler. Örneğin bir kimse uyanıklık hâlinde bir kadına tutulur. Uyuduğu zaman onun hayâlî gözüküp ihtilâm olur. Veyâhut tuzlu yemekler yer. Uyku içinde şiddetle susar. Akar sular ve çeşmeler görür. İşte tabîblerin bahsettikleri rü’yâ bu üçüncü tür rü’yâdır. Onlar ilk iki rü’yâdan gâfîldirler.