Ve ey efendi, hayırlı isteklerin hepsine, düşmanın seni hırslandırdığı vakit, böyle bozuk maksadlar iledir. Şimdi onlardan vazgeçme! Çünkü riyâkârca yapılan amel, amelsiz muhlisten daha güzeldir. Çünkü amel, hâlis olmasa bile, devâmlı olduğu vakit, elbette kalbe bir nûr hâsıl eder ki, bir an gelir onu ihlâsa döndürür. Bundan dolayı onun geçmişteki bütün amelleri makbûl olur. Ve işte bunun için düşmanın hüznü ve üzüntüsü çok olur. Çünkü o seni, hakkında hasenâta dönen bu amellere hırslandırmıştır, bunu böyle bilesin!
Düşmanla karşılaşma ânında orduların tertîbine gelince, bundan önceki bölümde anlattığımız gibidir. Bundan dolayı sen seçkinlerinle berâber kalbde ol! Çünkü bu, manzara düşmana korku veren şeydendir. Çünkü Allah Teâlâ onu uzaklaştırır, ebeden seninle çarpışmaz; ve ancak sana hâinlik yapmayı ister. Ve muhakkak onun çarpışanları, ancak mülk ile berâber olup senin aleyhinde ve lehindedir. Ve kabûl ve red etmek senindir. Ve ayrıntılı bir şekilde tertîb, onun genişliğinden dolayı bu acele yazılmış risâleyi zorlar. Ve düşmanın çarpışmasının yokluğundan dolayı onda fayda yoktur. Şimdi onunla senin gâyen hâinlik mevzi’ilerinden kendini korumandır. İyi anla!
Ey kerîm efendi olan rûh! Düşmanın olan İblîs’in bütün hayırlı isteklere seni teşvîk etmesi ve hırslandırması böyle bozuk maksadlara dayalıdır ve şeytânîdir; elbette bozuk bir maksadı vardır, diyerek o hayırlı işten yüz çevirme!
Örneğin sana der ki: “Sadaka ver, halk görsün ve sana kerîm desinler. Yâhut halkın sana emânet ettiği mala tecâvüz etme ki, halkın bakışında muhterem olasın. Ve işitenler seni övüp senâ etsinler!”
Sen bunları Hak için değil, halk için yapsan bile, şerîatın makbûl saydığı bu amellerde ihlâs yoktur; Bundan dolayı Allah indinde mükâfâtı yoktur, diyerek terk etme! Eğer terk edersen muhlis-i battâl, ya’nî amelsiz bir muhlis olursun. Çünkü riyâkârca amel eden bir kimse, amelsiz muhlisten daha güzeldir. Çünkü amel hâlis olmasa, ya’nî Hak için olmayıp halka hoş görünmek için olsa bile, mâdemki o amel şerîata uygun olan bir ameldir; ona devâm edildiği vakit, elbette kalb için bir nûr oluşturur. Ve o nûr bir an gelir sâhibini ihlâsa döndürür. Ve ihlâsı sebebiyle de geçmiş riyâkârca amellerinin hepsi Allah indinde makbûl olur.
Ve düşman nakillerinin boşa gittiğini görmekle çok mahzûn ve üzüntülü olur. Çünkü o bîçâre seni ve mülkünü bozmaya çalıştığı halde seyyiât hasenâta çevrildi. Ey kerîm efendi olan rûh, bunu böyle bil de, her ne kadar riyâkârca da olsa, şerîata uygun olan amelleri kendin terk etme!
Düşmanla karşılaştığın vakit, ordunun tertîb şekline gelince, bunu önceki bölümde îzâh ettik. Bundan dolayı oradaki beyânlarımız yönüyle sen seçkinlerin olan kuvvetler ile kalbde ol, bizzât savaşa girme! Bu vaz’iyyet, görünüşü düşmana korku veren bir vaz’iyyettir. Çünkü bu manzaranın verdiği korku sebebiyle Allah Teâlâ onu kalbgâha hücûmdan uzaklaştırır; ve ebeden bizzât seninle çarpışmaya cesâret edemez. Ve o ancak sana karşı hîle ile hâinlik yapmayı ister. Nitekim hîleleri yukarıda îzâh edildi.
Ve muhakkak onun çarpışanları, ya’nî yardımcıları olan kuvvetler, ancak mülk ile berâber, ya’nî senin izâfî kesîf vücûdunda olup, o kuvvetler senin lehine ve aleyhine dönebilir.
Örneğin, gazab kuvveti ve şehvetle ilgili kuvvet ve hayvânî nefs hep senin vücûdun ile berâberdir. Bunlar senin aleyhinde olarak düşmana yardım edebilecekleri gibi, senin lehinde olarak da düşmana muhâlefet edebilirler.
Aleyhine oldukları vakit şerîat ölçüsüne vurarak reddedersin;
Ve lehine oldukları vakit yine şerîat ölçüsüyle kabûl edersin.
Ve düşmanla karşılaşma ânında, savaş için ordularının tertîb edilmesini ve savaşma usûlünü ayrıntılı bir şekilde anlatmak ve bunların inceliklerinin genişliği, acele yazılmış olan bu risâleyi zorlar.
Ve zâten yukarıda beyân edildiği üzere düşmanın bizzât çarpışmaya cesâretinin olmamasından dolayı, bu incelikleri geniş ve ayrıntılı bir şekilde anlatmanın faydası da yoktur. Yalnız hudûdun muhâfazası için orduların tertîb edilmesi hakkındaki bilgiler önceki bölümde kısa bir şekilde beyân edilmiş idi. Bu yeterlidir.
Düşmanın işi gücü seni hîle ile aldatarak helâk etmektir. Bundan dolayı senin bakışının gâyesi, hâinlik ve hîle mevzilerinden kendini korumaktan ibârettir. Ya‘nî düşmanının her hangi bir husûsta nakilleri olunca, onu ilim vâsıtasıyla tetkîk etmen ve hîlesini def etmen gerekir. Çünkü onun hîlesi de zayıftır. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri “inne keydeş şeytâni kâne daîfâ” ya’nî “Muhakkak şeytanın hîlesi zayıftır” (Nisâ, 4/76) buyurur.