Hevâ düşmanının elçileriyle konuşmanın esâsları

Şimdi eğer hırs elçilerden biri olup konuşursa, o ancak kendi hakîkati ile söyler. Bundan dolayı sana der ki: “İsmi hevâ olan ve kendisine itâat edilen bu melik kendi kuvveti altına dâhil olman için bizi sana gönderdi. Aksi halde savaş i‘lân et! Ve çok mal kazanmaya ve biriktirmeye hırslı olmanı ve şerîatin getirdiği şeye muhâlefet etmeni sana emretti.” Sen ona dersin ki: “Ey elçi, bizim indimizde senin rütben çok büyük ve derecen kerîmdir!” Çünkü o senden bunu işittiği zaman mutlu olur. Çünkü kendi sultânından bunun benzerini dinlemedi. “Fakat ey elçi, aklın ile buna biraz bak; ve kendinden yana insâf et! Allah hakkında ne dersin? O bizim Rabb’imiz midir, yoksa değil midir?” “Evvet Rabb’imizdir” der. Sen dersin ki: “Ey elçi, bu içinde bulunduğumuz yurttan, ya’nî dünyâ yurdundan, göçer miyiz, yoksa göçmez miyiz?” Der ki: “Biz ondan göçeriz.” Sen dersin ki: “Bizim göçümüz ve dönüşümüz Allâh’a mıdır, yoksa onun gayrına mıdır?” Sana “Allâh’adır” der. Sen dersin ki: “Allah Teâlâ şerîatına ve dînine muhâlif olan kimseyi ne ile vasfetti?” “Şakîlik ile” der. Sen ona dersin ki: “Ya kendisine itâat edeni?” “Saâdet ile” der. Ona dersin ki: “Seni Allah’dan bir şey ganî kılar mı?” “Hayır!” der. Sen dersin ki: “Ey hırs, sen bu hevânın gönderdiği bir elçisin. Bil ki, ben seni kendisinde Allâh’ın rızâsı olan şeye da’vet ederim. Farz et ki, mal istemeye karşı hırslı oldun ve olmadın, senin için yazılmış olan şeyin gayrı sâbit olur mu?” “Olmaz” der. Sen dersin ki: “Ey hırs, senin hakîkatin kalıcıdır, değişmez. Fakat onu itâate ve Rabb’ının rızâsı olan husûslara sarf et; ve onlara hırslı ol ki, o sebeplerle saîd olasın! Ve mal azdır; ve azlığı ile berâber fânîdir. Ve âhiret yurdu hayırlı ve çok büyüktür. Sen burada da hırssın, orada da hırssın. Senin derecene noksan gelmez.” “Evet” der; ve boyun eğer. Ve hırs ilim ve dîn yoluna yönelir. Bundan dolayı mülkün kuvvetlenir ve hevânın mülkü zayıflar. Ve onlardan hâinlik ve yalancılık ve günâh vb. her bir elçi ile böyle yap! Ve eğer bahis uzamasaydı onlardan her bir elçiye kendi derecesinin gereklerinden olan şeyle, hepsi teslîm oluncaya kadar, delîlleri nasıl getireceğini anlatırdık. Çünkü islâm asıldır. Onlar senin elçilerinin tersine olarak kendi asıllarına dönerler. Çünkü senin elçilerin ebeden aleyhine dönmezler. Ve onların son noktası hevânın onların sözlerini kabûl etmemesidir. Bundan dolayı onlar elleri boş olarak dönerler.

Şimdi bu hakîkatlere ârif ol! Ve ben sana düşmanının elçileriyle konuşmanın esâslarını beyân ettim. Ve bu bir örnekten diğerlerine delîl getirirsin. Ve işte bunun için günümüzde mürîdlerin felâh bulmalarının az olduğunu görürsün. Bu ise bu anlattıklarımıza vâkıf olamadıklarından dolayıdır. Ve onlar ancak sözü, bu elçiler üzerine idârenin dışında sertlikle söylerler. İşte bundan dolayı, sen onun için hayır yoluna girdiğini görürsün. Oysa onun için sâbitlik yoktur. Ve şeytan onunla eğlenir. Ve burada daha geniş hakîkatler vardır ki, onların beyânının sınırı yoktur. Bundan dolayı sözü kısaltmaktan yana olan maksadımızdan bizi dışarı çıkarır korkusuyla onlara dalmayı terk ettik. Ve bu kadarı yeterlidir. Bundan dolayı ondan faydalan! İnşâallâh doğru yolu bulursun!…

Ya’nî hırs hevânın elçilerinden biri olarak gelip konuşursa, o ancak hakîkati ile söyler. Çünkü her şeyin bir hakîkati sâbittir. Ve her bir şey hakîkatinin tersine söz veyâ fiil gösteremez. Bundan dolayı hırs da söze başlarsa, ancak hakîkatine lâyık ve uygun olan ma’nâyı gösterir de sana der ki:

“Vücûd mülkünde hevâ denilen ve kendisine itâat edilen melik, kendi kuvveti ve saltanatı altına dâhil olman için, beni sana elçi olarak gönderdi. Ve çok mal kazanmaya ve biriktirmeye hırslı olmanı ve zekât ve sadaka gibi şerîatın getirdiği şeye muhâlefet etmeni sana emretti. Eğer sen bu emri kabûl etmezsen ona karşı savaş i‘lân et!”

Sen onun bu sözlerine karşılık hiddetlenmeyip sâkin bir şekilde dersin ki:

“Ey elçi, bizim indimizde senin merteben çok büyük ve değerin kerîmdir.”

O hırs sıfatı senden bu yumuşak sözleri işittiği zamant, aslî haşinliği sâkin olur ve mutlu olur. Çünkü kendi sultânı olan hevâdan böyle bir söz işitmemiştir. Çünkü hevâ, hırs sıfatını av köpeği gibi kullanır. Sen sözüne devâm ile ona dersin ki:

“Ey elçi, aklın ile şuna bir bak; ve baktığın şeye de kendinden adâlet ve insâf eyle ki, Allah hakkında ne dersin? O bizim Rabb’imiz midir, yoksa değil midir?” Hırs insâf edip

“Evet, Rabb’imizdir” der. Sen yine ona dersin ki:

“Ey elçi olan hırs, bu içinde bulunduğumuz yurttan, ya‘nî dünyâ yurdundan, göçer miyiz, yoksa gömez miyiz?”

“Biz ondan göçeriz” diye cevap verir. Yine ona dersin ki:

“Bizim göçümüz ve dönüşümüz Allâh’a mıdır, yoksa O’nun gayrına mıdır?” Sana

“Allâh’adır” diye cevap verir. Tekrar sen ona dersin ki:

“Allah Teâlâ şerîatına ve dînine muhâlif olan kimseyi ne ile vasfetti?”

“Şakîlik ile” der. Sen yine ona dersin ki:

“Seni Allah’dan bir şey ganî kılar mı?”

“Hayır, kılmaz; ben O’na muhtâcım” der. Sen dersin ki:

“Ey elçi olan hırs, sen hevâ tarafından gönderilmiş bir elçisin. Ve hevânın hakîkati ilâhî emre muhâlefet olduğundan seni de bu işe me’mûr etti. Oysa ben seni Allâh’ın râzı olduğu şeye da’vet ederim. Farz et ki, mal istemeye hırslı oldun, veyâhut olmadın; senin için ezelde yazılmış olan şeyden fazlası sâbit olur mu?” Hırs

“Evet, olmaz” der. Sen tekrâr dersin ki:

“Ey hırs, senin hakîkatin kalıcı ve sâbittir, aslâ değişmez. Fakat o hakîkatini itâata ve Rabb’in rızâsı olan husûslara çevir! Ve saâdetine sebep olacak şeylere hırslı ol. Ve dünyâ malı azdır. Ve azlığıyla berâber devamlılığı yoktur, fânîdir. Farz et ki, milyonlarca altın topladın, sonun ölüm. Ve yaşadığın zamanlardaki nafakan dahi bir kaç lokmadan ibâret değil mi? Bunları toplamak için çektiğin zahmet ve zorluk neye yarar? Ve âhiret yurdu hayırlı ve daha büyüktür; çünkü bakâ yurdudur. Ve ondaki cemâlî tecellîler dünyâ yurdundaki gibi sınırlı olmayıp sonsuzdur. Ve sen burada da hırssın, orada da hırssın. Ya‘nî sen dünyânın süprüntülerini toplamaya çalıştığın zaman da sana hırs derler; ve âhirete âit sevâba çalıştığın zaman da sana yine hırs derler. İsmin ve hakîkatin aslâ değişmez. Bundan dolayı senin değerine noksan gelmez.” Hırs, bu hitâbları işittiği zaman:

“Evet, dediklerin doğrudur!” der.

Boyun eğerek ilim ve dîn yoluna yönelir. Bu şekilde sende faydalı ilimler ve güzel ahlâk oluşup bu sâyede mülkün kuvvetlenir; ve hevânın mülkü ve tasarrufu zayıflar.

Ve onlardan, ya‘nî hevânın elçilerinden olan hâinlik ve yalancılık ve günahtan vb… her bir elçi ile aynı muameleyi yap! Ve eğer bahis uzamasa hevânın relçilerinden her bir resûle, kendi mertebesinin ve değerinin gereği olan şeyle, hepsi teslîm olup boyun eğinceye kadar, onlara karşı ne şekilde delîller getireceğini anlatırdık.

Şerh edici ben fakîr de bir örnek vereyim:

Örneğin hevânın elçilerinden yalan elçi olarak gelse, ona da yukarıda îzâh edilen ön bilgileri beyân ettikten sonra dersin ki:

“Sen dünyâda da yalansın, âhirette de yalansın. Senin hakîkatin kalıcıdır ve sâbittir, aslâ değişmez. Fakat o hakîkatini itâate ve Rabb’inin rızâsına çevir! Örneğin iki mü’minin arasını ıslâh etmeye çalışıp, gazabın sürüklemesiyle birbirlerinin aleyhinde söyledikleri sözü inkâr et! Belki her birinin mizacına uygun gelecek sözler söylenmiş olduğundan bahisle, o sözleri uydur! Çünkü “İşi ıslâh edecek olan yalan, fitne koparan doğrudan daha iyidir” denilmiştir. İki mü’minin arasını bu şekilde barıştırmaya muvaffak olursan “fe aslihû beyne ehaveyküm”ya’nî “kardeşlerinizin arasını ıslâh ediniz” (Hucurât, 49/10) ilâhî emrine uymuş ve bu sebeple âhiret saâdetine nâil olmuş olursun. Ve sen ister âhiret sevâbına nâil olmak için ve ister dünyevî süprüntüleri elde etmek için zâhir ol, her iki şekilde de yalansın. Fakat dünyânın fânî oluşu yönüyle bu husûsdaki amelin hebâ olmuştur. Ve âhiretin bâkî oluşu yönüyle bu husûsa sarfettiğin amelin korunmuştur.”

Yalan sıfatı da bu akla yatkın hüküm netîcesinde sana boyun eğip, sende bir güzel huy ortaya çıkar; ve aynı şekilde mülkün kuvvet bulur.

Sonuç olarak hevânın elçileri, insânî vücûd mülkünü harâb edecek olan bir takım zemmedilmiş sıfatlardan ibâret olup onlardan herbirinin hakîkati sâbittir. Bunların tam bir şekilde mahvedilmesi ve ortadan kaldırılması mümkün değildir. Çünkü hakîkatleri değiştirmek mümkün değildir. Ancak onları vücûd mülkünün ıslâh edilmesinde kullanabilmek lâzımdır. Örneğin kimyâda “arsenik” dediğimiz öldürücü bir zehirdir. Fakat tabîbler vücûdun ve hastalığın gereğine göre onu belirli bir oran içerisinde devâ olarak kullanırlar. Onun bu şekilde kullanılması, insanı öldürmediği gibi, insan vücûdunun ıslâhına ve hayâtının devâmına sebep olur. Yalnız her şeyde olduğu gibi bunların tatbîkatında da ilim ve zekîlik ve kavrayış lâzımdır.

İşte hevânın elçilerine böyle delîl getirilince onlar birer birer teslîm olurlar ve boyun eğerler. Çünkü islâm asıldır; ve “islâm” boyun eğmedir. Nitekim hadîs-i şerîfte “Hiç bir doğan yoktur ki islâm fıtratı üzerine doğmasın! Sonra onu ebeveyni Yahûdî ve Nasrânî ve Mecûsî yapar” buyrulur. Bundan dolayı her şey boyun eğme fıtratı üzere var olmuş olup, çevresinde onu terbiye edenler kendi tavırlarına boyun eğdirirler.

Ve hevânın elçileri de kendi hakîkatleri içerinde gerek sana ve gerek hevâya boyun eğme isti‘dâdındadır. Onlar senin elçilerinin tersine olarak kendi asıllarına dönerler. Ve bu dönüşleri hevânın aleyhine geri dönmekle olur. Çünkü sana boyun eğdiklerinde hevâya muhâlefet etmeleri tabîî olur. Fakat senin elçilerin ebeden senin aleyhine geri dönmezler. Çünkü senin elçilerin övülmüş sıfatlardan ibâret olup onları hevâya gönderdiğin zaman, hevâ onlara senin yaptığın gibi onları delîl ile kendine boyun eğici kılamaz. En çok onların sözlerini ve da‘vetlerini kabûl etmez, işte bu kadar! Böyle olunca senin elçilerin elleri boş olarak senin tarafına dönerler. Çünkü onların zemmedilmiş sıfatlara dönüşmeleri imkânsızdır. Ve çünkü zemmedilmiş sıfatlar asıl değil, geçicidir. Ve geçici sıfatlarda asıl olan yokluktur.

Şimdi bu hakîkatlere ârif ol! Ve işte ben sana düşmanın olan hevânın elçilerine ne şekilde muâmelede edeceğini ve ne şekilde konuşacağını beyân ettim; ve bir de örnek verdim Ve bu bir örnekten diğerleriyle yapacağın muâmeleye delîller çıkarırsın.

Ve bu hakîkatleri bilmek ve gerektiğinde uygulamak mürîdlere çok lâzımdır. Ve işte bu hakîkatlere vâkıf olmadıkları için günümüzde tarîkatta mürîdlerin felâhlarının pek az olduğunu görürsün. Çünkü onlar hevâ tarafından elçi olarak gelen fenâ bir hâtırayı önce güzellikle kabûl edip onu boyun eğdirerek hayır işlerinde kullanma usûlünü bilmezler. Ve böyle bir hâtıra gelince hemen ürküp idâre usûlüne riâyet etmeksizin:

“Def ol, ben senin naklettiklerine kulak vermem!”

gibi sertlikle muâmele ederler; ve kaba sofuluk gösterirler. İşte her hangi bir mürîdin böyle muâmelesinden dolayı sen onu, hayır yolu olan bir tarîkata girmiş ve sülûk ettiği halde, yükselmesinde sâbit ayak olarak görmezsin. Ve o kimse kendisini tarikat ve sülûk erbâbından zanneder. Oysa o kimse tarîkattan bir koku almamıştır. Şeytan onunla istihzâ eder; ve onu kukla gibi oynatır.

“Ne’ûzü billâh!…”

Ve bu bahisde bir çok mürîdlerin böyle hayır yoluna girmekle berâber sâbitliğinin olmaması, isti‘dâd gereği olması ve bütün zemmedilmişlerin ve övülmüşlerin hakîkatte Hakk’a dönmesi gibi bir çok geniş hakîkatler vardır ki, onların beyânı birbiri ardınca süren ayrıntıları gerektirdiğinden, sınır kabûl etmez. Bizim maksadımız ise kısa kesmektir. Eğer bu geniş hakîkatlerin beyânına girişirsek, maksadımız olan kısa kesme dâiresinden çıkma ve bu sebeple zihinleri karıştırma korkusu vardır. Bundan dolayı bu bahislere dalmaktan vazgeçtik. Zekâsı keskin olanlara bu kadarı yeterlidir.

Şimdi ey zekî okuyucu! Sen bizim beyân ettiğimiz şeyler ile amel et! Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin yüce irâdesi bağlanırsa doğru yolu bulursun.