Kulun itâat yolunda hareketinin ne kadar şerefli olduğuna bir bak!

Şimdi kulun itâat yolunda hareketinin ne kadar şerefli olduğuna bir bak! Ve burada zâhir ve bâtın ve şerîat ve hakîkat ve organların ameli ve kalblerin ameli, ya’nî akıl hazretindeki amel, bir arada toplanır. Ve senin fenâ amellerine gelince, onlar hayâl hazînesinde sâlih amellerden ayrılır; ve ulvî âlemden “esîr feleğin”dedir. Ey efendi, birinci semâvâtı yırtan amelleri üzerine lâzım kıl! Ve ilimlere gelince, bizim anlatmış olduğumuz amellerden değildir. Çünkü ilimler ma‘lûmâtı yönüyledir. Şimdi bilgiler yükseldiği ve her bir bilgi vâkıf olduğu vakit kendi bilineni iledir. Bundan dolayı ilmini “Allah’a” kıl ki, ilmin noksanlıklardan mukaddes ve münezzeh olsun. Ve lillâhi’l- hamd. Ve söyleyen Allah için güzel söylemiştir:

Bâkî kıldığın kimsenin fenâsından sonra, Sen zâhir oldun.

Şimdi o kimse vücûdsuz oldu. Çünkü Sen, o oldun.

Ya’nî yukarıdaki îzâhlardan anlaşılmış olduğu üzere kulun ilâhî emirlere uyması ve yasak olanlardan sakınması sûretiyle itâat dâiresinde hareketinin ne kadar şerefli bir şey olduğuna bir bak; ve onun şerefli oluşunun derecesini iyice düşün! Ve bu itâatte zâhir ve bâtın; ve şeriat ve hakîkat; ve a’zâların ameli ve kalbin, ya’nî akıl hazretinin, ameli hep sende toplanır. Çünkü itâatinde şerîata uygunluk ve zâhir selâmet ve bâtın safâ dolayısıyla hakîkate ulaşma olduğu gibi, organların dürüst olan ameli kalblerin ameli ile birlikte olur.

Ve senin fenâ amellerine gelince, onlar hayâl hazînesine kadar giderler ve orada sâlih amellerden ayrılır; ve onların çirkin sûretleri ulvî âlemden “esîr feleği”ndedir. Ve “esîr feleği” yeryüzünü çevrelemiş havânın son bulduğu tabaka olup “tabîat âlemi”dir. Bundan dolayı fenâ ameller bu tabakayı yırtıp birinci semâvâta çıkamaz. Bundan dolayı efendi olan rûh, birinci semâvâtı yırtıp Sidre-i müntehâ’ya yükselen sâlih amelleri üzerine lâzım kıl!

İlimlere gelince, bu ilimler bizim anlattığımız cisme âit amellerin cinsinden değildir. Çünkü ilimler, bağlandığı ma’lûmların hâline tâbi’dir. Eğer ma’lûm şerefli ise, o ilim de şereflidir; ve eğer değersiz ise ilim de değersizdir. Bundan dolayı bilgiler yükseldiği ve her bir bilgi durduğu vakit kendi bilineniyledir, ya’nî bilineni nezdine kadar çıkar; ve bilineni nezdinde durur. Böyle olunca ilmini Allah Teâlâ hazretlerinin şerefli zâtına ve sıfatlarına ve isimlerine ve fiillerine tahsîs et ki, ilmin noksanlardan mukaddes ve münezzeh olsun; ve şereflilikte bütün ilimlere üstün eylesin!

Ve Hz. Şeyh-i Ekber (ra) efendimizin cümlenin sonunda “ve lillâhi’l-hamd” buyurması kendi ilimlerinin “Allah’a” olduğunu beyândır.

Bilinsin ki, ilim ikidir: Birisi “hakîkat ilmi” ve diğeri “hayâl ilmi”dir.

“Hakîkat ilmi” nebîlerin ve onların vârisleri olan evliyânın öğrettikleri ilimdir ki, hakîkat ile hayâl arasını toplamıştır. Bu ilmi öğrenenler vücûd hakîkati ile hayâl arasındaki bağlantılara ârif oldukları için hayrete düşerler. Bu hayret “övülmüş hayret”tir. Çünkü hakîkî ilim netîcesidir. Onun için (Sav) Efendimiz “Ya Rabbi, sende olan hayretimi arttır!” buyurdu.

Hayâl ilmi de felsefe ile bilim ehlinin meşgûl oldukları tabîî ilimlerdir. Bu sınıf nebîlerin ve evliyânın öğretimlerine iltifât etmeyip maddî şeylerin tedkîki ile vücûd hakîkatini idrâk etmeye çalışırlar. Oysa madde ve maddeden oluşmuş olan muhtelif sûretler hep hayâllerden ibârettir. Bu hayâller ise hakîkî vücûdun isimlerinin gölgelerinden başka bir şey değildir. Ve hayâllere gark olmuş olan kimseler bir hayâli bırakıp diğerine yapışmak sûretiyle değerli ömürlerini kaybederler; ve aslâ doğru yolu bulamayıp hayrete düşerler. Onların bu hayreti “zemmedilmiş hayret”tir. Çünkü hayâlin verdiği bir ilmin netîcesidir. Ve bu ilim cehâletin aynıdır. Çünkü işleri dolayısıyla durmaksızın devâm eden tecellîlerden ibâret olan ilâhî emrin sonu yoktur ki, bir son noktada durması mümkün olabilsin. Hâlin hakîkati böyle iken, hayâl ehli bir gâyeye ulaşmak için gayret sarf ederler. Bunun muhâl olduğunu bilmezler. Kendilerinin yürüdükleri yola bir söz söylense câhillikle suçlarlar.

Şimdi hakîkat ilminin yolcuları diridir. Nitekim hadîs-i şerîfte “İlim ile diri olan kimse ebeden ölmez” buyrulur. Çünkü onların malûmları vücûdun hakîkati olan Hak’tır; ve Hak Teâlâ Hayy’dır. Bundan dolayı bu âlimler malûmları olan dâim Hayy ile bâkîdir. Ve hayâl ilmi erbâbının malûmu fânî olan maddiyyâttır. Bundan dolayı onlar da, fânî olan malûmları ile fânîdir. İşte bu ma‘nâya binâen aşağıdaki beyti söyleyen ne güzel söylemiştir.

“Ey dâim Hayy olan yüce Rabb’im! Bâkî kıldığın kimsenin fenâsından sonra, Sen zâhir oldun. Böyle olunca o kimse vücûdsuz oldu. Çünkü Sen o kimse oldun.”

Çünkü kendisinde hakîkat ilmi hâsıl olan kimse, bütün varlıkları Hakk’ın varlığı görür. Ve izâfî vücûdları Hakk’ın hakîkî vücûdunun isimleri dolayısıyla taayyününden ibâret bilir. Ve kendi vücûdunun da, bu izâfî vücûdlar arasında bir ilâhî zuhûr yeri olup Hakk’ın vücûdundan gayrı olmadığına hakîkatini yaşayarak ârif olur. Bu bizzât hakîkatini yaşadığı ilimde gark olması dolayısıyla kendisinin vehmî vücûdunu kaldırır. Bu vücûdu kaldırdıktan sonra onda Hakk’In hakîkî vücûdu zâhir olur. Ve netîcede o kimse vücûdsuz olur. Ve vücûdsuz olunca kendisinin vehmî tasarrufları kalmaz. Artık onun zuhûr yerinde tasarruf edici olan Hakk’ın hakîkî vücûdu olur. Nitekim hadîs-i kudsîde: “Kulum Ben onu sevinceye kadar nâfileler ile bana yaklaşmaktan ayrılmaz. Ne zamanki Ben onu severim, onun kulağı ve gözü ve dili ve eli olurum. Bundan dolayı Benimle işitir, Ben’imle görür, Ben’im ile söyler, ve Ben’imle tutar, ilh..” buyrulur.