10.Bölüm-Vergi Toplama Reîslerinin ve Me’mûrlarının Beyânındadır

ONUNCU BÖLÜM

Vergi Toplama Reîslerinin ve Me’mûrlarının Beyânındadır

Allah Teâlâ senin kuvvetini üzerinde muhâfaza etsin! Ey kerîm efendi! Bilesin ki, muhakkak Allah Teâlâ mevcûdların ba’zısını ba’zısı üzerine yükseltti; ve onları reîs ile reîsliği altındakiler ve mülk sâhibi ile onun mülkü olanlar olarak kıldı. Ve muhakkak Allah Teâlâ kıyâmet gününde, idâren altında olan köylerin ve şehirlerin hakkında senden adâlet ister. Ve muhakkak Allah Teâlâ senden onları sorar. Nitekim buyurur: “innes sem’a vel basara vel fuâde küllü ulâike kâne anhu mes’ûlâ” (İsrâ, 17/36) ya’nî “Kulak ve göz ve kalbin her birinden sâhibinin yaptığı sorulur.” Ve yine buyurur: “Yevme teşhedü aleyhim elsinetühüm ve eydîhim ve ercülühüm bimâ kânû ya’melûn” (Nûr, 24/24) ya’nî “Bir gün gelir ki,dilleri ve elleri ve ayakları yaptıkları şeyle onların üzerine şehadet eder.” Ve hakîkatleri beyân ederek buyurur: “Ve mâ küntüm testetirûne en yeşhede aleyküm sem’uküm ve lâ ebsâruküm ve lâ culûdüküm” (Fussılet, 41/22) ya’nî “Kulağınızın ve gözünüzün ve cildlerinizin aleyhinize şehâdet etmesini örtemediniz;” ve bunun benzeri. Şimdi göz ve kulak ve dil ve el ve karın ve cinsel organ ve ayak senin köy ehlinden me’mûrların ve emînlerindir. Ve onlardan her biri kazandığı mal sınıflarından bir sınıf üzerine reîs ve hazînedârdır. Ve onların reîsi ve imâmı “his”tir ki, bu duyuların hepsi yaptıklarıyla ona döner. Ve muhakkak “his” reîsliği ve memleketi ile hayâl sultânının altında reîsliği altındadır. Ve “hayâl” doğru olarak olsun ve bozuk olarak olsun kendisinde olan şey ile zikir sultânının reîsliği altındadır. Ve “zikir” fikir sultânının reîsliği altındadır. Ve “fikir” akıl sultânının reîsliği altındadır. Ve “akıl” senin yardımcındır. Ve sen “kudsî rûh” olarak ta’bîr edilen imâm olan reîssin. Ey kerîm imâm! Sana ilk olarak yakışan, nefsin ile eşyâya başlayarak mekân tutmandır ki, bu husûsta birliktelik kılar.

Bu onuncu bölüm memleketin idâresi için lâzım olan reîslerin ve vâlîlerin ve onların yardımcılarının beyânındadır.

Ey insânî vücûd memleketinin kerîm efendisi olan rûh! Seni halîfe kılmış olan Allah Teâlâ sana bahşetmiş olduğu kuvveti ve sultânı senin üzerinde muhâfaza etsin!

Bilesin ki, muhakkak Allah Teâlâ mevcûdların ba’zısını ba’zısı üzerine yükseltti ve üstün kıldı. Ve onları reîs ile reîsliği altındakiler ve mülk sâhibi ile onun mülkü olanlar, ya’nî tâbi’ olunanlar ve tâbi’ olanlar sınıflarıyla ayırdı. Çünkü izâfî vücûdlar âleminde var olmuş olan her bir şey isimlere âit görünme yerlerinden birisidir. Ve ilâhî isimler arasında karşılıklı olma ve farklı olma vardır. İsimlerden ba’zıları ba‘zı isimlerin reîsi ve imâmı olup kendilerine tâbi‘ olan isimlerin tâbi’ olunanıdır. Ve bu hakîkate işâreten Kur’ân-ı Kerîm’de;

“Tilker rusulü faddalnâ ba’dahüm alâ ba’din” ya’nî “İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine üstün kıldık” (Bakara, 2/253)

“Ve lekad faddalnâ ba’dan nebiyyîne alâ ba’dın” ya’nî “Andolsun ki ba’zı nebîleri, ba’zılarına üstün kıldık” (İsrâ, 17/55) buyrulur.

İşte bu esâsa dayanarak insânî vücûddaki kuvvetlerden ve a’zâlardan ba‘zıları ba’zılarına hâkimdir. Ve rûh onların hepsinin reîsi ve imâmıdır. Ve onun idâresi altında olanlar ve tâbi’leri iki çeşittir: Birisi “köy” ve diğeri “şehir”dir. Yukarıdaki şerhlerde îzâh edildiği üzere;

“Köy” zâhir duyular ile a’zâ ve organlardır;

Ve “şehir” bâtın kuvvetlerdir.

Şimdi ey rûh, muhakkak Allah Teâlâ kıyâmet gününde bu her iki kısım tâbi’ olma hakkında senden adâlet ister. Ve onlardan senin tasarrufun ile ortaya çıkan amelleri ve fiilleri birer birer senden sorar. Ve kıyâmet yurdunun, dünyâ yurduna kıyâsı olmayıp, her şeyin hakîkatinin açıldığı bir yurttur. Ve o yurtta arazlardan ibâret olan ameller kendilerine uygun olan sûretler ile zâhir olur.

Ve hesap sorma gününde soru genele dönük tek bir ilâhî tecellî ile gerçekleşip, her nefis kendi amellerini ortaya koyarak kendisinin lehinde veyâ aleyhinde şehâdet eder. Ve bu genele dönük tecellî netîcesinde herkes hesâbını verir. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri hesâbı serî görendir. Ve bunun delîli aşağıdaki âyet-i kerîmelerdir:

“İnnes sem’a vel basara vel fuâde küllü ulâike kâne anhu mes’ûlâ” (İsrâ, 17/36) ya’nî “Kulak ve göz ve kalbin her birinden sâhibinin yaptığı sorulur” ve

“Yevme teşhedü aleyhim elsinetühüm ve eydîhim ve ercülühüm bimâ kânû ya’melûn” (Nûr, 24/24) ya’nî “Bir gün gelir ki,dilleri ve elleri ve ayakları yaptıkları şeyle onların üzerine şehadet eder”ve

“Ve mâ küntüm testetirûne en yeşhede aleyküm sem’uküm ve lâ ebsâruküm ve lâ culûdüküm” (Fussılet, 41/22) ya’nî “Kulağınızın ve gözünüzün ve cildlerinizin aleyhinize şehâdet etmesini örtemediniz;” ve bunların benzeri başka Kur’ân âyetleri vardır.

Şimdi göz ve kulak ve dil ve burun ve el gibi zâhir duyular; ve karın ve cinsel organ ve ayak gibi a’zâ ve organlar senin köyünün ehlinden bulunan memûrların ve emînlerindir.

Ve fiillerin ve amellerin, zâhir hükümette devlet hazînesine toplanan vergiler mesâbesindedir ki, onları bu duyular ve a’zâlar vergi olarak toplarlar; ve hazîneye koyarlar.

Ve bunlardan her biri kazandığı mal sınıflarından, ya’nî mal mesâbesinde olan amellerinin sınıflarından, bir sınıf üzerine reîs ve hazînedâr olmak üzere ta’yîn edilmiştir.

Ve bunların hepsinin reîsi ve imâmı müşterek hiss Ve “müşterek ya’nî ortak his” zâhir duyuların sonuncusu ve bâtın duyuların ilkidir. Ve zâhir ve bâtın kuvvetlerin ortak bölümüdür. Bundan dolayı zâhir duyuların hepsi amelleriyle ona döner. Ve hepsinin amelleri onda toplanır.

Ve bu müşterek his, reîsliği ve memleketi ile berâber, ya‘nî reîsi olduğu zâhir duyularla ve idâresi altındakilerle berâber hayâl sultânının reîsliği altındadır, ya’nî hayâl sultânına tâbi’dir. Çünkü “hayâl”in vazîfesi zâhir duyular ile bilinen şeylerin sûretlerini ve misâllerini zabtetmektir. Örneğin gözler bir şahsı veyâ bir şehri görür;

İlk önce müşterek histe toplanır.

Ve müşterek his onları kendi tâbi’ olduğu hayâl hazînesine ulaştırır.

Ve o şahıs veyâ şehir gözden kaybolsa, insan onu tekrar göz ile görmeye muhtaç olmaksızın, onu hayâl hazînesinde dilediği zaman müşâhede eder.

Ve hayâl, doğru olarak olsun ve bozuk olarak olsun kendisinden toplanan şeyler ile zikir sultânının reîsliği altındadır, ya’nî hâfıza kuvvetine tâbi’dir. Ve “hâfıza kuvveti”nin vazîfesi zâhir ve bâtın duyulardan doğru ve bozuk olarak gelen her ma’nâyı zabtetmektir.

Ve hâfıza kuvveti fikir sultânının reîsliği altındadır, ya’ni ona tâbi’dir. Ve fikir kuvvetinin vazîfesi zâhir ve bâtın duyulardan hâfıza kuvvetine ulaşan şeyleri müşâhede etmektir. Ve onların sûretlerinde ve ma’nâlarında terkîbler oluşturarak ve tahlîl yaparak tasarruf etmektir.

Ve “fikir” akıl sultânının reîsliği altındadır, ya’nî fikir kuvveti akıl sultânına tâbi’dir. Bundan dolayı hâfıza kuvvetinde gördüğü şeylerin doğruluğunu ve bozukluğunu aklın tasarrufu vâsıtasıyla ayırt eder.

Şimdi eğer fikir kuvveti akla tâbi’ olursa ona “zâkire-i mütefekkire;”

Ve eğer vehim veren kuvvete tâbi’ olursa ona “mütehayyile” derler.

Sonuç olarak “hâfıza kuvveti” kitaba benzer. Ve “zâkire-i mütefekkire kuvveti” o kitabın okuyucusudur.

Ve “hayâl kuvveti,” “kâtib”dir.

Ve “vehim veren kuvvet” dıştaki şeytanın benzeri olup bu işi karıştırır ve saptırır.

Ve “müşterek his” her taraftan akıp gelen nehirleri ve ırmakları birleştiren denize benzer.

Şimdi ey rûh! Akıl senin yardımcındır. Ve sen insânî vücûdda “kudsî rûh” olarak ta’bîr edilen reîs ve imâmsın.

Ey kerîm imâm olan rûh!

Sana insânî memleketinin idâresi husûsunda ilk olarak yakışan şey, eşyâya ve işlere nefsin ile, ya’nî bizzât, başlayarak mekân tutmandır ki, bu hâl idâre husûsunda birliktelik kılar. Çünkü halîfe kendisini halîfe kılanın aynıdır. Ve seni halîfe kılmış olan Hak Teâlâ hazretlerinin eşyâya olan tecellîsinde ayrım yoktur. Ayrım gibi gözüken şey eşyânın muhtelif isti’dâdlarından kaynaklanmaktadır. Nitekim:

“mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut” ya’nî “Rahmân’ın halk etmesinde bir ayrımcılık göremezsin” (Mülk, 67/3) buyrulur.

Ve isti’dâdlardaki farklılığa âid ayrıntılar da yukarıdaki şerhlerde geçti. Şimdi senin şehrine ve köyüne olan zâtî tecellîlerin de böyle olmalıdır.