“Ey kerîm efendi! Vücûdda Hakk fermânlarıdır, ki onlara “hâtıralar” ta’bîr edilir, onların rütbesini sana îzâh ettim. Ve eğer senin kâtibin onlara insanların ârif olanlarından ise ve bu üçü, onun itâatı altında ise ve Hak Teâlâ onu sır sâhibi olarak kabûl edip ihâtalı ilim ve makām bahşetmiş ise, onun kadrini bil ve onu derecesinden aşağıya indirme! Çünkü bu fermânlar onun eliyledir. Ve onun emri reddedilmez. Ve eskiden beri meliklerin aleyhine arkadaşı gelmedi ve onların hâli değişmedi, ancak çevresindeki görevlilerden geldi. Bundan dolayı çevrendeki görevlileri kerîm olarak araştır sor; ve ondan dost ile düşman arasını ayırt et! Fiilin ile onunla berâbersin. Ve ihsân herkes hakkında bağlar ve doğru yola sevkeder ki, düşmanlığı giderir; ve kîni ortadan kaldırır; ve muhabbet ve gayret meyveleri verir. V’Allâhü’l-muvaffık!”
Ey kerîm efendi olan rûh! İzâfî vücûd âleminde bu anlattığımız rabbânî ve melekî ve nefsânî ve şeytânî olan fermânlar, Hakk fermânlarıdır. Onlara tahkîk ehli terimlerinde “hâtıralar” denilir.
Ve insan bir an bile hâtıraları hatırlamaktan hârîç değildir. Ve her gelen hâtıra mutlaka bu dördünden birine isâbet eder. Sâlik bu gelen hâtıraların mahiyyetlerine dikkat ederse, bunlardan hangisi olduğunu anlayabilir. Fakat farketmek için pek çok zekâ ve kavrayış lâzımdır. Çünkü ba’zen şeytânî hâtıra, mükâfatı çok büyük olan bir hayırdan men’ etmek için, mükâfatı daha az olan bir hayra teşvik eder. Ve bu teşvik melekî hâtıra zannedilir.
Nitekim Mesnevî-i Şerif’te geçmektedir ki, Hz. Muâviye sabâh namazına hazır olamadığı için çok üzülür. Hak Teâlâ hazretleri bu üzüntüsüne karşılık çok büyük bir mükâfat buyurduğu için, ertesi sabah İblîs, yine böyle bir üzüntüyle çok büyük bir mükâfat almayıp, sâdece sabah namâzının mükâfatıyla kalması için, Hz. Muâviye’yi namaza uyandırır.
Ve aynı şekilde nefs gizli bir maksadına nâil olmak için, sâlike ibâdet hâtırasını nakleder.
Nitekim Tezkiretü’l-Evliya’da geçmektedir ki, evliyâullâhdan Fudayl bin Iyâz hazretleri zamânında gâzîler savaşa hazır olurlar. Cenâb-ı Fudayl çok yaşlı olduğu için namazın farzlarını oturduğu halde kılarken nefsi ona hitâben
“Ey Fudayl, mü’minler savaşa hazır oldular. Sen niçin bu farzı ayakta edâ etmezsin?” der. Hz. Fudâyl buyurur ki:
Bu nefsânî nakil üzerine vücûdumda kuvvet hissettim. Ve daha sonra iyice bir düşünüp nefsime dedim ki:
“Ey nefs! Namazı ayakta kılamadığım halde savaş gibi zor bir işte senin ne zevkin vardır? Özellikle sonucu ölümken. Oysa sen ölümden nefret edersin. Bu nakilde mutlaka senin bir hîlen vardır. Eğer hîleni îzâh etmezsen seni çok büyük bir mücâhede altına sokarım.” Nefis dedi ki:
“Ne zamanki sen savaşa hazır olup silahlanmış olarak halkın huzûruna çıkarsın, herkes beni parmakla gösterip derler ki: Bakınız şu Fudayl’a! Bu yaşında dînî gayretin şevkiyle savaşa gidiyor! Halkın bu beğenmesinden son derece memnûn olurum. Gerçî ondan sonra ölüm gelir. Ama ben senin elinde her gün ölmekteyim. Bir kere ölürüm; ve öldükten sonra da adım dillerde destân olur..” Hz. Fudayl buyurur ki:
“Nefsin bu nakilleriyle benim ihlâsımı kökünden koparmayı ve beni dînden soyutlamayı istediğini anladım. Ve savaştan vazgeçtim.”
“Hâtıralar” hakkında evliyâ menkıbelerinde bu gibi misâller pek çoktur. Bunları bir dîğerinden ayırt etmek için pek çok dikkat ve zekâ lâzımdır. Şu kadar ki, bu hâtıraları bir dîğerinden ayırt etmek için tahkîk ehli ba‘zı alâmetler anlatmışlardır:
“Rabbânî” veyâ “hakkânî” hâtıralar hayra teşvîk husûsunda kuvvetli bir şekilde ulaşır.
Ve “nefsânî hâtıralar” da şerre teşvîk husûsunda kuvvetli bir şekilde ulaşır.
Ve “melekî hâtıralar” hayra teşvîk husûsunda zayıf bir şekilde ulaşır.
Ve “şeytânî hâtırlar” şerre teşvîk husûsunda aynı şekilde zayıf bir şekilde ulaşır.
Hz. Şeyh (ra) buyururlar ki: Ey insânî halîfe, bu hâtıraların rütbesini ve mertebelerini sana îzâh ettim. Ve eğer senin kâtibin, ya’nî nefs-i nâtıkan;
O hâtıraların mâhiyyetlerini ayırt etmek husûsunda insanların âriflerinden ise;
Ve bu üç hâtıra, ya‘nî “melekî,” “nefsânî” ve “şeytânî” hâtıralar, onun itâati altında ise;
Ve Hak Teâlâ senin nefs-i natıkanı ilâhî sırlarını kabûle ehil ve emîn edinip, yukarıda îzâh edildiği üzere, ihâtalı ilim ve makām bahşetmiş ise, o kâtibin kadrini bil!
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (ra) yukarıda dört çeşit hâtıra beyân buyurduğu halde, üçünün itâat altında olabileceğine îmâ buyurmuşlardır. Çünkü rabbânî hâtıra, insânî halîfenin tasarrufu ve itâati altında değildir. Ve bu hâtıralar ona kendisinin Kayyûm’u olan hüviyyetinden ulaşır. Ve onun hüviyyeti Hak olup, hakîkî tasarruf edicidir. Fakat melek ve nefs ve şeytan, izâfî ve mecâzî tasaruf edici oldukların farzlarla yaklaşma makāmında bulunan kişilerin itâati altında bulunurlar.
Şimdi nefs-i nâtıkanın mertebesine ve derecesine riâyet edip onu indirme ve zelîl etme! Çünkü bu bahsedilen fermânlar sana bu kâtibin eliyle ulaşır. Ve onun emri ulaşınca reddi mümkün değildir.
Ve eskiden beri melikler ve hükümet reîsleri aleyhine onların arkadaşı gelmedi ve onların hâli bozulmadı, ancak onların görevlilerinden geldi ve bozuldu. Ve meliklerin görevlileri, memleketlerinin etrâfına işlerin idâresi için gönderdikleri me’mûrlardır. Bu me’mûrların fenâ olması arkadaşlarının kendi aleyhlerine harekete geçmelerine ve mülkün harâb olmasına sebep oldu. Bundan dolayı sen kendine kerîm görevliler araştırıp seç! Ve o görevlilerden dost ile düşman arasını ayırt et! Çünkü senin fiilin onunla berâberdir.
Ve ihsân herkes hakkında bağlayıcı ve doğru yola sevkedicidir. Ya’nî fiilin ihsân olursa, sen bu ihsân sebebiyle bağlar ve doğru yola sevk etmiş olursun. Ve ihsân ve kerem gizli düşmanlığı giderir; ve kalblerde olan kini ortadan kaldırır; ve idâren altındakilerin kalbinde muhabbet meyvesi bitirir; ve senin lehinde onlarda bir gayret peydâ eyler.
VAllâhü’l-muvaffık!…