MELEKÎ TEZKÎRE (FERMÂN-HATIRLATIŞ)
Bu muhkem emir, kerîm olan meleğedir. İnsânî halîfenin kalbi üzerine nâzil ol! Muhakkak sen onu üç hâlin birisi üzerinde bulursun: Ya benim iledir; ya nefsi iledir; yâhut düşmanı olan İblîs iledir. Şimdi onu benim ile bulursan bu fermânda sana bildirdiğim şeyden bir şeyi ona nakletme! Çünkü ben ona nefsim ile yöneticiyim. Bana yönelen ve benim gayrım olan her bir kimse üzerine beni tercîh eden kimse bana ağırlık vermez. Bundan dolayı kulumun kalb idâresine yönetici olurum. Şimdi ey kerîm melek, edebli ol! Ve onu nüzûl edişine vâkıf kılma ki farka düşer. Ve onun bilgisi için senden öğrenmek ister. Çünkü sen isimlerden bir isim yönünden benim indimdesin. Ondan saklı ol; ve onu onun nefsinden ve şeytandan koru! Ve gücün yettiği kadar onlar ile mücâhede et! Ve eğer sen onu nefsi ile bulursan, kendi tarafından söyleyerek ona ihtâr eyle! Yakını olan düşmanı ve nefsi sana vâkıf olmaksızın, ki seni yalanlar; nefeslerin senin üzerine sayılı ve vakitlerin senin üzerine şâhiddir. Mubâhdan sakın ki, pişmân olursun. Ve mekrûh ve yasak olandan sakın ki, şakî olursun. Geniş yolu üzerine lâzım kıl! Ve farzları, ya‘nî Allah’ın sana farz kıldığı şeyi edâ et! Mubâh olanlardan yeme ve içme ve uyku ve bunun gibi mubâh bir fiili yapmayı istediğin vakit, onu herkesin yaptığı gibi yapma ki, pişmân veyâ şakî olursun. Velâkin onu tenzîh ve ibâdet ile yap! Tenzîh senin noksanının ve onun hakkında Hakk’a muhtâc oluşunun ve Hakk’ın buna ihtiyâç duymasından tenzihini görerek yapmaktır. Nitekim Hak Teâlâ “ve hüve yut’ımu ve lâ yut’am” (En‘âm, 6/14) ya’nî “O doyurur(yemek yedirir), doyurulmaz” buyurur. Şimdi sana tenbîh etti ve bildirdi. Ve ibâdete gelince, senin bunun hakkında lâyık olan yönden bakmandır. Şimdi onu ibâdetine yardımcı kıl! Namaz ve cihâd ve bunlar gibi farzların yerine getirilmesine kuvvet için yemek yemek gibi; ve gece kalkmaya kuvvet için uyumak gibi; ve şehvet için değil, fakat sâlih çocuk için, veyâhut harâma düşmekten korunmak için nikâh gibi; ve ibret almak için seyâhat etmek; ve ezâ veren şeyleri temizlemek ve dalâlette olanları irşâd ve mazlûma yardım ve bunun benzerleridir. İşte ilâhî fermân ile kerîm olan meleğin hâtıraları budur.
Yukarıda îzâh edildiği üzere insan, bütün ilâhî mertebeleri toplamıştır ve isimlere âit toplayıcılığı taşıyıcıdır. Bundan dolayı onun hüviyyeti yönünden hakkıyyeti olduğu gibi, melekiyyeti ve nefsâniyyeti ve şeytâniyyeti de vardır. Ve her bir mertebesinden kendisine hâtıralar ve nakiller olur. Râbbânî hâtıralar yukarıda geçti. Şimdi de melekî hâtıralar beyân buyrulur. Şimdi cem’ makāmından melekî mertebeye gelen tezkirenin(fermânın) ya’nî hatırlatışın içeriği de şudur:
Bu emr-i hatm, ya’nî bu muhkem emir, kerîm olan meleğedir.
Ey kerîm melek, insânî halîfenin kalbi üzerine in! Bu inişinde sen, onu muhakkak üç hâlin birisi üzerinde bulursun. Ya’nî sen onu ya benim ile; veyâ nefsi ile; veyâhut düşmanı olan İblîs ile berâber ve meşgûl bir hâlde bulursun.
Eğer sen, onu bütün mâsivâdan yüz çevirip bana yönelmiş ve benim ile meşgûl olmuş bir hâlde bulursan, sana bu fermânda bildirdiğim şeylerden hiç bir şeyi ona nakletme! Çünkü ben ona nefsim ve zâtım ile yöneticiyim ve yöneliciyim. Ve bana yönelen ve beni, benim gayrım olan her bir kimse ve her bir şey üzerine tercîh eden kimseye benim devâm üzere yönelişim bana yorgunluk ve ağırlık vermez. Nitekim âyet-i kerîmede “vesia kursiyyühüs semâvâti vel arda, ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ” ya’nî “O’nun kürsîsi gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek kendisine zor gelmez” (Bakara, 2/255) buyrulur.
Bundan dolayı ben kulumun kalbinin siyâsetine, ya’nî kalbinin idâresine, kesinti olmaksızın yönelici olurum.
Şimdi ey kerîm melek, benim yönelmiş olduğum kalbe karşı, edebli ol ve onu inişine vâkıf kılma! Çünkü eğer inişine vâkıf olursa, cem’den farka düşer. Ve senin naklettiklerinin ma’nâsını anlamak için sana yönelmek için acele eder. Osya sen asıl değilsin. Çünkü sen, benim isimlerimden bir isim yönünden, asıl olan zâtımın indinden bir fer’sin. Bundan dolayı ondan saklı ve örtülü ol! Ve onun bakışından örtünmekle berâber onu, onun nefsinden ve şeytandan koru! Ve gücün yettiği kadar onun nefsi ve şeytanı ile mücâhede et ve savaş; ve onları mağlûb etmeye çalış!
MENKIBE: Sadreddîn-i Konevî (ks) hazretlerinin mürîdlerinden birisi kendisinden izin almadan halvete girer. Ve tabi’ki bir kaç gün ortadan kaybolur. Hz. Şeyh onun nerede olduğunu çevresindekilere sorar. Halvette bulunduğunu haber verirler. Cenâb-ı şeyh onun halvet-hânesine gider. Bir çok yazılar yazmakla meşgûl bulur.
“Bu yazdığın nedir? diye sorar. Mürîd cevâben der ki:
“Şeyhim, ne zamanki halvete girdim, önümde birisi belirip Hz. Cibrîl olduğunu söyledi; ve “sana ledünnî ilimler nakledeceğim” dedi, ve ağzıma tükürdü. Bu hâli tâkîben bende bir çok ma’nâlar doğdu. Şimdi kaybolmaması için o ilimleri tesbît etmekle ve yazmakla meşgûlüm.”
Hz. Şeyh tebessüm edip buyurdular ki:
“Sen Cibrîl’in belirmesinden önce ne ile meşgûl idin?”
Mürîd:
“Allah zikri ile meşgûl idim” dedi. Hz. Şeyh irşâd için buyurdular ki:
“Hiç Hz. Cibril, Hakk’a yönelip edip Allah zikri ile meşgûl olan bir kimsenin kalbine ayrılık verir mi? Beliren Cibrîl değil, seni Hak’tan uzaklaştırmak için lânetlenmiş şeytân idi. Sen benim iznim olmaksızın halvete girdiğin için bu fitneye tutuldun. Şimdi halvetten çık; ve bu şeytânî nakilleri de imhâ et!”
Ey kerîm melek! İnsânî halîfenin kalbine inişinde, eğer sen onu nefsânî sıfatlarında gark olmuş ve onlar ile meşgûl bulursan, kendi tarafından ona gereken sözler ile ihtârda bulun! Seni yalanlamaması için, onun yakını olan düşmanı ve şeytanı ve nefsi vâkıf olmayacak şekilde bu ihtarını yap!
Ey insânî halîfe, nefeslerinin ne gibi inançlar ve ameller içinde harcanacağı sayılıdır;
Ve vakitlerin amellerin ve fiillerin üzerine şâhiddir. Mubâh olan fiillerin çokluğundan sakın ki, hesâbı olduğu için pişmân olursun.
Ve mekrûh ve yasak olan amellerden fiillerden sakın ki, onlarda ısrâr, şakî olmayı gerektirir.
Geniş bir yol olan şerîat caddesinde yürümeyi üzerine lâzım kıl!
Ve farzları, ya’nî Allah Teâlâ’nın sana farz kıldığı şeyi, edâ et!
Mubâh olan şeylerden yeme ve içme ve uyku ve buna benzer olan fiillerden mubâh olan bir fiili yapmak istediğin zaman, onu avâmın yaptığı gibi yapma ki, ya pişmân veyâ şakî olursun.
Velâkin onu seçkinler gibi tenzîh ve ibâdet kasdı ile yap!
Tenzîh sûretiyle yapmak budur ki, sen kendini yeme ve içme ve uyku olmaksızın yaşayamayacağın noksan bir hâl içinde ve Hakk’a muhtaç ve Hakk’ı bu ihtiyâçlardan münezzeh görerek yaparsın. Nitekim Hak Teâlâ “ve hüve yut’ımu ve lâ yut’am” (En‘âm, 6/14) ya’nî “O doyurur(yemek yedirir), doyurulmaz” Ve bu âyette sana tenzîh ile yapmayı bildirir; ve seni îkaz eder.
Ve ibâdet sûretiyle yapmaya gelince o da budur ki, sen yeme ve içme ve uyku hakkında lâyık olan yönden bakarsın. Ya‘nî bu gibi mubâh olan şeyleri ibâdetine yardımcı edinirsin. Örneğin namaz ve cihâd ve bunlara benzer farzların edâsına kuvvet oluşması için yemek yersin. Ve gece kalkmaya kuvvet için uyursun. Ve şehvet için değil, ancak sâlih bir çocuk için veyâhut şehvetin gâlib gelmesiyle harama düşmekten korunmak için nikâh edersin. Ve ibret almak için seyâhat etmek; ve imâta-i ezâ, ya‘nî yollar üzerinde halkın geçmesine engel olan ve zahmet veren şeyleri temizlemek; ve yolunu şaşırmış olan kimselere doğru yolu göstermek; ve mazlûma yardım etmek ve bunun benzeri olan işlere kuvvet oluşması için yer içer ve uyursun.
İşte bu ilâhî fermân ile kerîm olan meleğin hâtıraları budur. Ve bunlar melekî hâtıraların esâsları olup teferruâtı sâlikin zekâsı ve kavrayışı ile açılır.