DOKUZUNCU BÖLÜM Kâtibin ve Sıfatlarının ve Kitablarının Bilgisi Beyânındadır

DOKUZUNCU BÖLÜM

Kâtibin ve Sıfatlarının ve Kitablarının Bilgisi Beyânındadır

Huylarında güzîde olan akıllı ve endâmı güzel ve zekî bir kâtibi üzerine lâzım kıl, ki uzaktan bakışın ile sır söylersin; o senin göz ucu ile bakışının cevâbını işâretle anlar.

Allah Teâlâ imâmı muvaffak eylesin! Ve onu arka ve ön olmayan cihetesâlik kılsın! Kâtib, latîf ve kerîm ve şerefli olan bir mevcûddur. Gayb âlemi onun şerefine ve yüksek rütbesine en mutâbıktır. Sır sâhibi İdrîs nebî (as)’dır. Ve o, ilk kalem ile yazı yazan kimsedir. Ve o ortası boştur. Ve onun dış kabuğu vardır. Ve hayrın men’ edilmesinin ve verilmesinin yuları onun elindedir. Ve o onun apaçık olan ışığı ve onun yüksekliği arasında dolaşır. Ve onun şuâ‘sı ve ışığı arasında gidip gelir. Uzak ve yakın üzerine emirlerin infâz edicisidir. Önce ve sonra emir sâhibi olan kimsenin sırrını bilicidir. Zengin yapar ve fakîr kılar; tutar ve dağıtır. Ve onun defteri küllî nefsdir ki, o imâmın mutmainne ve râzıyye ve merzıyye ile vasıflanmış olan tertemiz haremidir. Onun neşrolunmuş sayfasında berzâha âit ilimler yazılmıştır. Şimdi cisimler sayfalarının safhaları üzerinde eserleri açığa çıkan şey indinde, buna imâmın emrinin “nüfûz”u ta’bîr olunur. Ve biz inşâallah bu bölümde iki fasılda kâtibin sıfatlarını ve kitâbını anlatır ve beyân ederiz. (Muvaffak eden Allah Teâlâ’dır. Ve ondan başka merbûbu terbiye edecek Rab yoktur)

Bu bahsi îzâh için bir ön bilgi verilmesi îcâb eder.

Bilinsin ki, Âdem’in âlemin özü olduğu ve âlemde her ne mevcûd ise hepsinin Âdem’de bulunduğu yukarıda geçen bahislerde îzâh edilmiş idi.

Âlemin rûhu ve halîfesi Muhammedî (sav) küllî rûhtur. Ve âlem olan küllî nefs o küllî rûhun mutmainne ve râzıyye ve merzıyye sıfatlarıyla vasıflanmış ve pâk ve tertemiz olmuş olan nikâhlı eşidir.

Ve küllî rûh “hakîkî Âdem”dir; ve küllî nefs “Havvâ”dır ki, bunlar Hakk’ın hakîkî vücûdunda bulunan vehim veren küllî kuvvetin te’sîriyle zât cennetinden, ikilik âleminden ibâret olan kesîf taayyünler mertebesine “ihbitû” ya’nî “ininiz” (Bakara, 2/36) emriyle indiler.

Ve küllî rûh ile küllî nefsin birleşmesinden sayısız ve hesapsız rûhlar ve cüz’î nefisler doğup birdiğeriyle birleştiler. Ve bunların birleşmesinden de onların benzerleri olan rûhlar ve cüz’î nefisler birbiri ardınca açığa çıktı ve çıkagelmekte bulundu.

Şimdi küllî nefse ulaşan hükümler küllî rûhtan gelir. Ve küllî nefs sıfatlarına âit hükümlerine değil, belki küllî rûha tâbi’ olduğundan bu hususta mutmainnedir. Ve eşi olan küllî rûhun hükmünden râzıdır; ve indinde eşi de ondan râzıdır. Bundan dolayı kendisi tabîatın kirlenmiş sıfatlarından pâk ve temizdir. Fakat cüz’î nefisler vehim veren kuvvetin, ya’nî cinnî şeytanların, te’sîriyle tabîat karanlığına meyilli ve cüz’î rûhların da’vetinden gâfil olduklarından, onlara işin hakîkatini telkin edecek bir da’vetçi lâzımdır. Ve bu da’vetçiler de nebîler (aleyhimü’s-selâm) ile onların kâmil vârisleridir. Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (ra) bu da’vetçilerden biridir ki, bu kitabıyla Allâh’ın kullarını hakîkatlere da’vet buyururlar.

Şimdi;

Bu îzâhlardan anlaşılır ki, “akıl” halîfe olan “rûh”un yardımcısı olduğu gibi, onun kâtibi olan hayâle âit kuvvetin sağ elinde “kalem”dir ki, halîfeden hayâl kâtibine ulaşan husûsu küllî nefs levhâsı üzerine yazar. Fakat “akıl” ile “nefis”ten başka daha bir çok “kalemler” ve “levhâlar” vardır ki, onlar da sırası geldikçe ileride yavaş yavaş îzâh edilir.

Ve şu da bilinsin ki, izâfî vücûdların ve çokluğun aslı hayâldir. Ve bütün ilâhî isimlerin ve sıfatların açığa çıkış mahalli ancak hayâl âlemidir. Ve bu hayâl Hakk’ın hakîkî vücûdunda gerçekleştiğinden dolayı onda dâimâ hakîkat tecellî etmektedir. Bundan dolayı büyük âlemin kâtibi “hayâl”dir. Ve küçük âlem olan insânî vücûddaki “kâtib” de ondaki “hayâl veren kuvveti”dir. Çünkü insanın bütün inanışlarını tesbît eden hayâl veren kuvvetidir.

Şimdi hayâlin hak yönü olduğu gibi, bâtıl yönü de vardır. Ve hak olan hayâlin var edicisi “akıl”dır; ve bâtıl olan hayâlin var edicisi “vehim veren kuvvet”tir. Çünkü “fikir kuvveti” akla tâbi‘ olursa ona “zâkire-i mütefekkire” derler; ve eğer vehme tâbi’ olursa ona “mütehayyile” derler. Beyt:

Tercüme: “Yâ Rab, kudsî âlemden gönlüme bir feyz dök, tâ ki gönlümden bâtıl hayâl gitsin ve mahvolsun!”

Mâdemki kâtibin iyisi ve fenâsı vardır, o halde sen ma‘nâda huyları güzîde ve endâmı güzel olan hak olan hayâli; ve sûrette de hikmetlere âit firâset bahsinde beyân olunan vasıfları taşıyan zekî bir kâtibi seç ki, sen onunla uzaktan sır söyleşesin; ve o kâtib zekîliğinin kemâlinden senin göz ile olan işâretindeki kastını hemen anlasın!

Allah Teâlâ imâm olan rûhu hayâlî engellerde bırakmayıp zâtına mazhar olmaya muvaffak eylesin; ve onu ön ve arka olmayan cihete, ya‘nî “taayyünsüzlük” âlemine sâlik kılsın! Çünkü ön ve arka taayyünler âleminin gereklerindendir. Ma‘nâ kâtibi bir mevcûddur ki,

Tercüme: “Muhakkak varlık hayâldir. O da hakîkatte Hak’tır. Ve bunu anlayan kimse yolun sırlarını taşıyıcıdır.” Ve aynı şekilde Mevlânâ Câmî (ks) buyurur.

Tercüme: “Evet, âlem bütün hayâldir; fakat onda dâimâ bir hakîkat tecellî edicidir.”

Ve ilâhî emrin ilim mertebesine inmesi tek seferdedir. Nitekim buyrulur: “Ve mâ emrunâ illâ vâhietun ke lemhin bil basar” ya’nî “Ve Bizim emrimiz, tek bir emirden başka bir şey değildir, gözün bir anlık bakışı gibidir” (Kamer, 54/50). Ve o mertebeden varlıksal mertebelere inişi derecelerledir. Nitekim buyrulur: “Ve in min şey’in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin ma’lûm” ya’nî “Hazînesi bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Bilinen bir kaderi olmaksızın onu indirmeyiz” (Hicr, 15/21). Şimdi “önceden” ile Hz. Şeyh-i Ekber kader sırrına bağlanan sâbit ayn’ları; ve “sonradan” ile de varlıksal mertebeleri kasteder. Ve ilmî tecellî akla olduğundan bu akıl emir kendisinde olan hayâlin sırrını bilmiş olur.

Ve biz, eğer ilâhî meşiyyet bağlanırsa, bu bölümde iki fasılda “Kâtibin sıfatlarını ve “kitâb”ı anlatır ve beyân ederiz. Ve muvaffık, ya‘nî tevfîk bahşeden Allah Teâlâ’dır. Ve ondan başka merbûbu terbiye edecek Rab yoktur.