HİKMETLERE ÂİT FÎRÂSET

FASIL

HİKMETLERE ÂİT FÎRÂSET

Allah Teâlâ seni azîz eylesin! Bu kitapta tefekkürden hâsıl olan bilgilere ve bakıştan hâsıl olan ilimlere ve tecrübeye dayalı hükümlere lüzûm görüldü. Çünkü Allah Teâlâ herkese yakîn nûrunu hîbe etmedi ve onun basîret gözünden perdelerin örtüsünü kaldırmadı ki, şer’î firâset ehli ipinde dizilmiş olsun. Şimdi bu, Allah Teâlâ tarafından hîbe edilmesinden dolayı, her bir kişiye mahsûs olmayınca, onun kullarından ancak seçkinler ona erer. Oysa bizim bu kitabımız, muhtaç oldukları şey hakkında seçkinler ve avâm için mevzû’dur. Ve bu bölüm kendisine ihtiyâç duyulan şeyleri içine almaktadırve ona âiddir. Çünkü insan diğer insanlarla berâber yaşamaya ve onların dostluğuna mecbûrdur. Ve her insan kendi sınıfında ve kendi âlemindedir. Ne zamanki bu mecbûriyet mevcûd oldu ve onun indinde şer’î firâsetten, çevresindekilerin arasını onunla ayırt edecek şey olmadı, işte bundan dolayı biz insanın onun indinde vâkıf olması ve mühimmâtında tasarruf eylemesi ve tââtın aksâmı ile meşgûl olması için hikmetlere âit firâsetten yeteri kadar bir faslı sevk ettik. Belki Allah Teâlâ ona kendi indinden yakîn nûruna ve melekût-i a‘lânın tetkîkine bir kapı açar.

Şimdi ey birâder! Bilesin ki, Allah Teâlâ bizi ve seni görünüş özelliklerinin en güzeline ve oluşumların en i’tidâl üzere olanına muvaffak eylesin! Sana öyle bir kimseyi halîl ya’nî dost ve gecen için arkadaş ve mülkün için yardımcı edinmek yakışır ki, o kimse uzun olmaya, kısa da olmaya. Eti sertlik ve yumuşaklık arasında mülâyim ve nâzik ve mâsûmâne şefkâtli ve solukluk ile beyaz-meşreb ola. Ve saçının uzunluğu normal olup düz ve kısa kıvırcık olmaya. Saçında kızıllık olup bununla berâber siyâhlık olmaya, ya’nî kumral ola. Gözleri geniş ve gözbebeği büyük olup normal bir çukurluğa ve sîyâha meyilli ola. Baş büyücek ola. Omuzları boynunda ne pek yüksek ve ne de düşük ola. Ve kaynakları ya’nî sırt etlerinin but etlerine yapıştığı yer ve onların arası şişman olmaya. Alçak sesle konuşan ola. Parmaklarının uzunluğu, inceliği i’tidâlde olmakla berâber kalınlık ve incelikten sâf olup kalınlığı ve inceliği makbûl olan türden ola. Eli dörtgen ve ortası biraz tümsek ola. Konuşması ve gülmesi az olup ancak ihtiyâç kadar ola. Tabîatının meyli safrâya ve sevdâya ola. Bakışında ferah ve sevinç ola. Mala hırsı az ola. Senin üzerine hükmetmeyi istemeye ve gösteriş yapar olmaya. Aceleci ve çok yavaş olmaya. İşte hakîmlerin hilkatin en dengelisi ve en sağlamı olarak dediği budur. Ve Efendi’miz Muhammed Resûlullah (Sav), kendisinin zâhiren ve bâtınen kemâlinin sâbit olması için, bu hilkatte halk edildi. Şimdi eğer sen bunun benzerinin dışında arkadaş edinmemeye gücün yeterse onu yap! Ve Allah Teâlâ senin basîretini nûrlandırmadığı zaman, şehvetinle vâkıf olma! Eğer ilâhî nûr seni rızıklandırırsa, sen bu vakitte iki âlemin sultânı ve iki hakîkatin sâhibi olursun. Varlık senin kahrın ve reîsliğin ve emrin altında olur.

Ey birâder! Bilesin ki, muhakkak hakîmler firâset hakkındaki sözlerinde zanda bulundular. Ben ise bunu tecrübe ile gördüm ki, muhakkak halkın en dengelisinin vasfının misâli yukarıdaki gibidir; ve onların sözlerinde bahsedilen şeydir.

Muhakkak GÖZ’ün pek mâvî ve saçın kızıl ile siyâh karışık renkte olması hîleye ve hâinliğe ve günâh işlemeye ve aklın hafifliğine delîldir. Ve eğer bununla berâber alnı geniş, çenesi dar ve köse ve yanakları etli ve başında saçı çok olursa, hakîmler der ki, bu sıfatı taşıyan kimseden öldürücü engerek yılanlarından korunur gibi korunmak lâzımdır.

KIL: Bilesin ki, hakîmler derler ki, sert saç cesûrluğa ve beynin sıhhatine ve yumuşak saç korkaklığa ve beynin soğukluğuna ve kavrayışın azlığına işâret eder. Ve omuzların üzerinde ve boyunda çok kıl olması anlayış kıtlığına ve cür’ete delîldir. Ve göğsünde ve karnında çok kıl olması tabîatının vahşi oluşuna ve anlayışın azlığına ve cefâya muhabbete delîldir. Ve kılların siyâh ve kızıl renkte karışık olması anlayış kıtlığına, gazabın çokluğuna ve sür‘atine ve sataşmaya delîldir.

ALIN: Hakîmler derler ki, kendisinde buruşukluk olmayan açık alın husûmete ve insanlar arasında fesatlığa ve kibre ve haddini aşmaya işâret eder. Ve genişlikte alnı normal olan ve onda buruşukluklar bulunan kimse doğru sözlü, sevgi dolu, âlim, uyanık, tedbirli ve mahâretlidir.

KULAKLAR: Kulakları büyük olan kimse câhildir. Ancak onun hâfızası kuvvetli olur. Ve kulakları küçük olan taklîdçi anlayışı kıttır.

KAŞ: Kılların çokluğu âcizliğe ve sözünün bozukluğuna işâret eder. Eğer kaşlar şakaklara kadar uzarsa onun sâhibi kibirli ve anlayışı kıttır. Ve kaşların uzunluğu ve kısalığı normal ve ince ve siyâh olan kimse anlayışta uyanıktır.

GÖZ: Muhakkak gözün en fenâsı mâvîdir. Ve mâvinin en fenâsı da fîrûze rengindedir. Şimdi kimin gözleri büyük ve fırlak olursa o kimse hâlis hasedçidir, tenbeldir, güvenilmezdir. Ve eğer mâvi de olursa en şiddetli olur. Ve ba‘zen de hâin olur. Ve kimin gözleri normal çukurluğa ve kudretten sürmeli ve siyâha meyilli olursa o kimse anlayışta uyanıktır, güvenilirdir, sevimlidir. Eğer beden boyu keskin olursa (ya’nî küçüklüğü ve uzunluğu ile berâber bakışı keskin olursa) onun sâhibi fenâdır. Ve kimin gözü donuk, hareketi az ve hayvanlar gibi ölü bakışlı olursa o câhildir, kaba tabîatlıdır. Ve kimin gözünde sür’atle hareket ve bakışında keskinlik olursa o hîlekâr, hayırsız, vefâsızdır. Ve kimin gözü kırmızı olursa o yiğit, gâyet cesûrdur. Eğer çevresinde küçük noktalar olursa onun sâhibi insanların şerlisi ve onların en fenâsıdır.

BURUN: Eğer ince olursa sâhibi çeviktir. Ve eğer uzun olup ağzına girmeye yakın olursa o kimse cesûrdur. Eğer burnu enli olursa, o kimse cinsel ilişkiye çok düşkündür. Ve kimin burnunun deliği büyük ise o gazablıdır. Ve ortası kalın ve enliliğe meyilli olursa o kimse çok yalancı ve boş söz söyleyicidir. Ve burunların en dengelisi, boyu iri olmayandır. Ve kimin burnunun kalınlığı vasat ve tümsekliği aşırı olmazsa, o akıla ve anlayışa delîldir.

AĞIZ: Kimin ağzı geniş olursa o cesûrdur. Ve kimin dudakları kalın olursa o anlayışı kıttır. Ve kimin dudakları çok kırmızı olmakla berâber kalınlıkta vasat olursa o mu’tedildir.

DİŞ: Kimin dişleri birbirine dolaşık ve çıkık olursa o kimse düzenbaz ve hîlekâr, güvenilmezdir. Ve kimin dişleri hafif olarak açık ya’nî araları açık olursa, o akıllı, idrâkli, güvenilir, tedbirlidir.

YÜZ: Kimin yüzü şişman ve yanakları şişkin olursa o câhil, kaba tabîatlıdır. Ve kimin yüzü çelimsiz ve çok sarı olursa o fenâ, düzenbaz, cimridir. Yüzü uzun olan kimse hayâsızdır. Ve sen kimin yüzüne bakıp da o kızarır ve utanır ve ekseriyâ gözleri sulanır veyâhut istemediği bir tebessümle tebessüm ederse o kimse senin için dostluk gösterendir; nefsinde senin içindir, senin hakkında dosttur.

Yüksek SES’in heybetli oluşu cesûrluğa delîldir. Acz ile teenni ve kalınlık ile incelik arası akla ve tedbîre ve doğruluğa delîldir. İnce ses ile hızlı konuşma hîleye ve yalan söylemeye ve cehâlete delîldir. Sesin kalınlığı gazaba ve kötü huya delîldir. Sesin genizden gelmesi anlayış kıtlığına ve kavrayışın azlığına ve nefsin kibrine delîldir. Hareketin çokluğu kibir ve anlayış kıtlığına ve ma‘nâsızlığa ve düzenbazlığa delîldir. Toplantılarda ağırbaşlılık ve söz ve konuşma tedâriki sırasında elini hareket ettirmesi aklın tamâm oluşuna ve tedbîre ve sözünde durmaya delîldir.

BOYUNun kısalığı fenâlığa ve hîleye delîldir. Ve boynun uzunluğu ve inceliği anlayışının zayıflığına ve ürkekliğe delîldir. Ve başın küçüklüğü belirgin olduğu vakit, bağırmak hamlığa ve akılsızlığa delîldir. Ve boynun kalınlığı cehâlete ve çok yemek yemeye delîldir. Ve uzunlukta ve kalınlıkta boynun normal olması akıl ve tedbîre ve dostluğunun hâlis oluşuna ve itimâda ve sadâkate delîldir.

BÜYÜK KARIN: Hamlığa ve cehâlete ve ürkekliğe delîldir. Karnın inceliği ve göğsün darlığı aklın güzelliğine ve güzel görüşe delîldir. Omuzların ve belin genişliği cesûrluğa ve aklın hafifliğine delîldir.

Ve SIRTın kavisli olması huyun kötülüğüne delîldir. Ve sırtın normal olması övülmüşlüğe alâmettir.

Ve OMUZLARın kalkık olması niyyetin kötülüğüne ve mezheb ve meşrebinin meflûciyyetine delâlet eder.

KOLLAR avucunun içi dizlere değecek kadar uzun olursa cesûrluğa ve kereme ve nefsin izzetine işâret eder. Ve eğer kısa olursa onun sâhibi korkaktır ve şerri sever.

PARMAKLARın uzunluğu ile berâber avucun uzun olması san’atta etkili olmaya ve amellerde sağlamlığa ve reîslikte idâreciliğe delîldir.

AYAKtaki etin kaba olması cehâlete ve fenâlığa muhabbete delîldir. Zayıf ve küçük olan ayak günâha işâret eder. Ökçenin inceliği ürkekliğe delîldir. Ve kalınlığı cesûrluğa delîldir. Baldırlar ile berâber bacakların kalınlığı düşüncesizliğe ve hîleye delîldir. Ve bu adımları geniş ve ağır olan kimse bütün işlerinde ve amellerinde murâdına muvaffaktır ve işlerin sonunu düşünendir. Ve zıddı, zıddı için sâbittir.

Şimdi Allah Teâlâ seni muvaffak eylesin! İşte hakîmlerin koydukları şey üzere firâsetin kısacası budur. Bundan dolayı onu incele ki insanlar hakkında bilgi sâhibi olmakta, inşâallâhü Teâlâ, rüşd sâhibi olasın. Ve biz bu fasılda, bu bölümün başlarında hakîmlerin bahsettiği i’tidâl üzere olan oluşumu kasteder ve elbette onun üzerine yürürüz. Ya’nî rûhânî oluşumu da harfi harfine onun üzerine sevk ederiz.

Hz. Şeyh-i Ekber (ra) hikmetlere âit fîrâsete dâir olan bu fasılda buyururlar ki: Bu Tedbîrât-ı İlâhiyye kitabında tefekkürden hâsıl olan bilgileri ve akıl gözünün bakışından hâsıl olan bir takım ilimleri ve eşyânın dış görünüşündeki tecrübelere göre hâsıl olan hükümleri beyâna lüzûm gördü. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri, kâbiliyyetlerinin olmaması dolayısıyla, herkese yakîn nûrunu hîbe ve ihsân etmedi. Ve onların basîret gözlerinden ruyûn örtüsünü kaldırmadı ki, onlar şer’î firâset ehli ipinde dizilsinler ve onların zümresine dâhil olsunlar.

“Ruyûn,” “râ” harfinin üstünlü okunuşuyla “reyn’” kelimesinin çoğuludur. Ve “reyn” günahların işlenmesi sebebiyle kalbi kaplayan perdeye derler. Nitekim Hak Teâlâ “Kellâ bel râne alâ kulûbihim” ya’nî “Hayır, bilakis kalplerinin üzerini örttü” (Mutaffifîn, 83/14) buyurur.

Şimdi bu şer’î fîrâset, Allah Teâlâ hazretlerinin emîn olan kullarına hîbe edilmiş oluşuyla, her bir kimseye mahsûs olmayıp, ancak o firâsete kulların seçkinleri erer ve nâil olur. Bizim bu kitabımız ise, seçkinlerin ve avâmmın muhtâç oldukları hakîkatler ve bilgiler için yazılmıştır. Bu sebebe binâen bu bölüm, beyânına lüzûm görülen şeyleri içine almaktadır ve onlara âiddir. Çünkü insan diğer insanlar ile berâber yaşamaya ve onlar ile dostluk içerisinde yaşamaya mecburdur. Oysa her insân ferdi, görünme yeri olduğu ilâhî isim dolayısıyla kendi sınıfında ve kendi âleminde hayâtını geçirir. İlâhî isimler muhtelif ve hükümleri başka başka olduğundan, insân ferdlerinin sınıfları ve âlemleri de birbirine benzemez. Ne zamanki her bir insân ferdi diğer insanlar ile berâber yaşamaya mecbûr oldu ve berâber yaşadığı çevresindekilerin arasını, fikren ve ahlâkan ayırt edebilmek için kendisinde şer’î firâset bulunmadı; bundan dolayı biz insanın, halkın zâhirinde delîllere vâkıf olması ve işlerinde ve mühimmâtında bu delîllere göre tasarruf etmesi ve bu delîllerden oluşan ilme göre insanların fe- nâ olanlarından kaçıp, iyi olanlarıyla birliktelik etmesi sebebiyle tââtın aksâmı ile meşgûl olması için hikmetlere âit firâsetten yeterli bir faslı ilâve ettik.

İşe yaramazlardan kaçıp sâlihler ile sohbetlerin sebebiyle hayırlı amellere muvaffak olmandan olayı, belki Allah Teâlâ kalbini kaplamış olan perdeleri açarak sana kendi indinden yakîn nûru tarafına ve melekût-i a’lânın ya‘nî gayb âleminin tetkîkine ve müşâhedesine bir kapı açar.

Şimdi ey birâder! Sen bizim bu fasılda hakîmlerin sözüne göre görünüş özelliklerinin en güzeli ve oluşumların en i’tidâl üzere olanından olmak üzere bahsettiğimiz vasıflardaki ve şekillerdeki insanları kendine arkadaş edin!

Ve Efendi’imiz Muhammed Resûlullah (sav), kendisinin zâhiren ve bâtınen kemâlinin sâbit olması için, bu bahsedilen hilkatte halk edildi. Ve kendileri ilâhî kemâlâtın numûnesi idi. Şimdi bu kemâlâtın numûnesine benzer olan kimseden başkasını arkadaş edinmemeye gücün yeterse, hiç durma öyle yap!

Ve Allah Teâlâ senin basîret gözünü yakîn nûru ile nurlandırmadığı ve sende şer’î firâset mevcûd olmadığı zaman, sakın şehvetinle, ya‘nî nefsinin irâdesi ve hükmü ile insanlardan her önünden geleni ve nefsinin isteğine uygun olanı, kendine arkadaş ve dost edinme! Böyle bir durumda bu bahsettiğimiz hikmetlere âit firâset ile amel et! Eğer bu amelin sebebiyle ilâhî nûr seni rızıklandırırsa, sen bu nûra nâil olduğun zaman iki âlemin, ya’nî şehâdet âlemi ile gayb âleminin, sultânı ve bu iki âleme mahsûs olan hakîkatin sâhibi olursun. Ve her iki âlemin mevcûdları senin kahrın ve reîsliğin ve emrin altında olur. Çünkü sen bu hâl içinde senliğin ile olmayıp Hak ile bâkî bulunursun. Senin kahrın Hakk’ın kahrı ve senin reîsliğin Hakk’ın reîsliği ve senin emrin Hakk’ın emri olur.

Ey birâder! Bunu dahi bilesin ki, hakîmler hikmetlere âit firâset hakkındaki sözlerini kendilerine gâlib olan zan üzerine binâ ettiler. Ben ise onların bu söyleyip yazdıklarını tecrübe ölçeğine koymadan kabûl etmedim. Ve bu tecrübem sonucunda gördüm ki, muhakkak halkın en dengelisinin vasfı evvelce bahsettiğimiz şey gibidir. Ve hakîmlerin anlattıkları hikmetlere âit firâset tecrübe ile sâbit ve tahakkuk etmiştir.

Bundan dolayı insân a’zâlarından her birinin muhtelif şekillerindeki delîller birer birer sayıldı. İşte hakîmlerin belirlediği üzere hikmetlere âit firâsetin kısaca beyânı bunlardır. Sen insanlar arasında yaşarken bunları tatbîk et ve incele ki, bu delîller sâyesinde insanların hallerine bilgi oluşturabilesin. Ve tatbîkatın netîcesinde de inşâallâhü Teâlâ rüşd sâhibi olasın. Ve biz bu fasılda ileride, bu bölümün başında hakîmlerin bahsettiği i’tidâl üzere olan oluşumu kasteder ve ona yönelir ve elbette bu maksad üzerinde yürürüz. Ya‘nî zâhirî ve nefsânî oluşuma karşılık olarak kelime kelime bâtınî ve rûhânî oluşumu da bu firâset üzerine sevk ederiz.