Aklın huyunun ve sıfatlarının ayrıntılı olarak beyânı…

FASIL

YARDIMCININ HUYUNUN VE SIFATLARININ TAFSÎLİ BEYÂNINDADIR

Allah Teâlâ sana rahmet eylesin! Bilesin ki, muhakkak adâlet onun şahsıdır; ve himmet başıdır; ve cemâl yüzüdür; ve muhafâza onun kaşlarıdır; ve hayâ gözleridir; ve açık dil alnıdır; ve izzet burnudur; ve sıdkağzıdır; ve hikmet lisânıdır; ve hayran olmak boynudur; ve genişlik ve ezâya tahammül onun göğsüdür; ve cesûrluk bâzûsudur; ve tevekkül dirseğidir; ve mâsûmluk bileğidir; ve kerem avuç içidir; ve îsâr ya’nî tercîh parmaklarıdır; ve cömertlik elidir; ve bereket sağıdır; ve kolaylık soludur; ve vera‘ karnıdır; ve iffet fercidir; ve istikâmet bacağıdır; ve ümîd ve korku ayaklarıdır; ve zekâ kalbidir; ve ilim rûhudur; ve emânet hayâtıdır; ve zühd giysisidir; ve tevâzu’ tâcıdır; ve yumuşaklık yüzüğüdür; ve üns evidir; ve hüdâ yoludur; ve şerîat kandilidir; ve anlayış cübbesidir; ve nasîhat işâretidir; ve firâset ya’nî sezgi ilmidir; ve fakr kazancıdır; ve akıl ismidir; ve hak onun işitmesidir. Şimdi sen onun hakkında bu vasıfları gördüğün zaman, onu yardımcın ve gecen için arkadaş edin! Ve ne zamanki firâset bu bahsedilen yardımcının ilmi ve hâtırâların mümkünlükleri ve işlerin gayb ile ilgili oluşuna onun vâkıf olma ve onun keşif mahalli oldu, biz bu bölümün arkasından bakışı başlı başına bir bölüm olarak onun hikmetselliğine ve şer’iyyetine bağlamaya muhtaç olduk, inşâallahü Teâlâ, vallâhü a‘lem!

Ya’nî bu fasıl yardımcı olan aklın huyunun ve sıfatlarının ayrıntılı olarak beyânına dâirdir. Ey okuyucu, Allah Teâlâ sana rahîmî rahmetiyle tecellî buyursun! Bilesin ki, muhakkak adâlet insânî vücûdda aklın şahsıdır. Ya‘nî bir insanın fiillerinde ve sözlerinde i’tidâl gördüğünde bil ki, o kimsede akıl hükümrândır. Çünkü aklın şahsiyyeti eserleriyle mümkün olur. Ve adâlet aklın kendisine şahsiyyet verecek olan bir huyudur.

Ve himmet onun başıdır. Çünkü yüksek ve derin düşüncelere yönelmek aklın zâtının gereğidir. Ve bir kimsenin yüksek himmet sâhibi olması aklının kemâlindendir. Nitekim “Kuşlar kanatlarıyla ve insan himmetiyle uçar” denilmiştir.

Ve cemâl aklın yüzüdür. Çünkü cemâl görenlerin hoşuna giden bir şeydir. Ve aklın adâletle kemâli gözüktüğü zaman, bu adâlet ve kemâl herkesin bakışında sevilir ve beğenilir.

Ve muhafâza aklın iki kaşıdır. Ya‘nî insanın kaşları, başından ve alnından gözünün üzerine akıp gelen terlerin, nasıl ki gözüne akmasına engel olur ve onu muhafâza ederse, akıl bir şeye himmet ettiği ve kastettiği zaman, bakışı üzerinde bulunan muhafâza da, onun gözüne bâtıl şeylerin akıp girmesine engel olur.

Hayâ aklın iki gözüdür ki, insânî vücûdda onun gözüktüğü yer his gözleridir. Nitekim insan âr ve hayâ gerektiren bir şeye rastladığı zaman, ona bakış atmaktan hayâ eder. Ve böyle bir şeye pervâsızca bakan ve onda mahzûr görmeyen kimsenin akıl gözü kör olup kendisi hayâ denilen ma’nevî cevherden mahrûmdur.

Ve açık dil ve açık beyân aklın alnıdır. Ya‘nî akıl vasıflarıyla açık bir şekilde gözükür; ve onun beyânında aslâ anlaşılmazlık bulunmaz. Kasdı ne ise onu belirsizlik ve anlaşılmazlık olmaksızın ortaya koyar.

Ve izzet onun burnudur. Ya‘nî akıl bütün beşer ferdleri arasında izzet mevki’inde bulunur. Ve aklın kemâli ile vasıflanmış olan kimse herkes tarafından azîz kılınır. Hiç bir zaman aşağılanmaya ve hakarete ma‘rûz kalmaz. Her ne kadar noksan akıllı olan ilâhî hakîkatlere karşı câhiller, ona karşı hürmette kusûr etseler bile, hakîkatte bu hâl aklın izzetine zarar vermez. Çünkü ilâhî hakîkatlere karşı câhil olanlar hayvan zümresine dâhildirler. “Ulâike kel en’âmi bel hüm edallu” ya’nî “Onlar hayvanlar gibidir. Hattâ daha çok dalâlettedirler” (Arâf, 7/179).

Ve sıdk ve doğruluk onun ağzıdır. Çünkü aklın ma’nevî ağzından çıkan her bir husûs doğruluğun aynıdır. Ve yukarıda beyân edildiği üzere Hak Teâlâ hazretleri onun görüşüne doğruluğu yerleştirmiştir. Her hangi bir mes’eleye olan hükümde insandan çıkan hatâ akıldan değil, belki vehimdendir.

Ve hikmet aklın lisânıdır. Ya’nî akıl her bir şeyin hakîkatini söyler; aslâ bâtıl şey söylemez.

Ve hayran olmak aklın boynudur. Çünkü akıl, hakîkatlere olan ilmi ile berâber ilâhî sırlarda hayrandır. Ve bu hayret ilme dayalı olan bir hayret olduğundan övülmüş hayrettir. Ve (Sav) Efendimiz bu hayrete işâret olarak “Yâ Rab, senin hakkındaki hayretimi arttır!” buyurmuşlardır. Cehâlete dayalı olan hayret ise zemmedilmiştir. Aklın hayreti bu türden değildir.

Ve genişlik ve ezâya tahammül onun göğsüdür. Ya’nî akılda genişlik vardır. Ve bu genişliği, câhillerin ve noksan akıl erbâbının türlü ezâlarına tahammül etmesine sebep olur. Ve bu ma‘nevî yükü yüklenip sabreder. Nitekim (Sav) Efendimiz “Hiç bir nebiye benim gibi ezâ edilmedi” buyururlar. Ve cenâb-ı Fahr-i âlemin yüklendikleri ezâ, ma’nevî ezâ idi. Çünkü kendileri küllî akıl sâhibi olduklarından, etrâfındaki insanların kendi akıllarına uyarak yaptıkları işlerden ezâ duyarlar ve onlara karşı sabır buyurup, tam bir güleryüz ve yumuşaklık ile sözlü olarak ve fiilen onlara doğru yolu gösterirlerdi. Bu ezâya tahammül göstermenin ne gibi bir şey olduğunu, câhilleri ve çocukları terbiyeye me’mûr olan öğretmenler bizzât yaşayarak idrâk ederler.

Ve cesûrluk aklın bâzûsudur. Ya’nî akıl görüşünde ve hükmünde cesûrdur. Korkaklık onun şânından değildir.

Ve tevekkül dirseğidir. Ya’nî insan bâzûsunu nasıl dirseğine dayayıp oturursa, akıl da cesûrluk bâzûsunu tevekkül dirseği üzerine dayandırır.

Ve mâsûmluk aklın bileğidir. Ya’nî akıl yapacağı ve yöneleceği her hangi bir işi, bu işte vebâl ve isyân var mıdır, yok mudur diye ma’nevî eliyle yoklar, hayır sezerse işler; şer hissederse çekinir.

Ve kerem aklın avucunun içidir. Ya’nî keff-i akıldan dâimâ kerem zâhir olur.

Ve îsâr ya’nî tercîh aklın parmaklarıdır Ya’nî akıl ikrâm ve ni’metlendirme husûsunda başkalarını kendisinin önüne geçirir ve tercih eder.

Ve cömertlik aklım elidir.

Ve bereket sağı ve kolaylık soludur. Ya’nî aklın sağı bereket ve solu kolaylıktır. Ve her iki tarafı faydalarla doludur.

Ve vera‘ karnıdır. Ya’nî akıl perhîzkâr olduğundan onun ma’nevî gıdâsı temizdir. Bundan dolayı onun karnı ma’nevî temizlikler ile doludur.

Ve iffet fercidir. Ya’nî akıllı olan kimse fercini meşrû’ olmayan bir şekilde kullanmaz. Çünkü akıl buna engeldir. Bundan dolayı zinâ, noksan akıl erbâbının kârıdır.

Ve istikâmet aklın bacağıdır. Ya’nî akıl doğrulukta sâbittir.

Ve ümîd ve korku ayaklarıdır. Ya’nî akıl işlerde güzel bir sonu ümîd etmekle berâber kötü sondan da emîn olmayıp korkar.

Ve zekâ kalbidir. Ya’nî akıl zekâ kaynağıdır. Ahmaklık aslâ onun şânından değildir.

Ve ilim rûhudur; ve emânet hayâtıdır. Ya’nî akıl ilim ile kâim olup hayâtı ve yaşaması emânet dâiresindedir. Cehâlet ve hiyânet onun şânından değildir.

Ve zühd giysisidir. Ya’nî akıl nefsânî heveslere meyletmez; ve bu hâl onun giysisidir.

Ve tevâzu’ tâcıdır. Ya’nî akıl kibirlenmekten ve gururdan berîdir. Bu kadar güzel vasıflarının olmasıyla berâber kendisini beğenip kibirlenmez ve övünmez.

Ve yumuşaklık yüzüğüdür. Ya’nî hükmünde öfkeli değildir.

Ve üns evidir. Ya’nî akılda kanâatsizlik sebebiyle olan ıztırâb yoktur. Kendi güzel vasıfları içerisinde sâkinlik ve râhat içindedir.

Ve hüdâ yoludur. Ya’nî doğru yola irşâd onun alışılmış yoludur.

Ve şerîat kandilidir. Ya’nî tabîat karanlığı içinde alışılmış yolunu şerîat kandilinin yaydığı ışık ile kat’ eder.

Ve anlayış cübbesidir. Ya’nî aklın zühd elbisesi üzerine giydiği cübbe anlayıştır. Çünkü akıl nefsânî hevesleri idrâk etmede çok serîdir.

Ve nasîhat işâretidir. Ya’nî nasîhat ile hayırlı işlere teşvik onun işâreti ve alâmetidir.

Ve firâset ya’nî sezgi ilmidir. Ya’nî ilim aklın rûhu ve firâset de onun ilmi olduğundan firâset aklın rûhunun rûhu olur.

Ve fakr kazancıdır. Ya’nî akıl bu bölümde daha önce îzâh edildiği üzere halîfe olan rûha ihtiyâç duymaktan hâlî değildir. Çünkü onun kazandıkları kendisine rûh halîfesinden ulaşır.

Ve akıl ismidir. Ve akıl denilmesinin sebebi yukarıdaki metin ve şerhlerde îzâh edildi.

Ve hak onun işitmesidir. Ya’nî akıl bâtıl olan işlere aslâ kulak asmaz, ancak hak ve doğru olan şeyleri dinler.

Şimdi ey okuyucu, sen kendisinde bu vasıflara sâhip olarak vücûdunda gördüğün şeyi yardımcı edinip, her bir işi onunla istişâre et! Ve nefsânî karanlık içinde onu gecen için arkadaş edin! Ve bu anlatılan ve sayılan vasıfların zıddını taşıyan vehmin aktardığı şeylere asla bakma ve ondan sakın!

Ve ne zamanki firâset ya’nî sezgi, bu anlatılan yardımcının ilmi ve hâtırâların mümkünlükleri ve işlerin gayb ile ilgili oluşu üzerine onun keşif ve vâkıf olma mahalli oldu ya’nî bu yardımcı kalbe gelip yerleşen bir takım hâtıraların mâhiyyetlerini ve hissedilebilir olmayan bir takım işleri firâset vâsıtasıyla bildi ve firâset onun keşif mahalli oldu, biz bu yedinci bölümün arkasından aklî bakışı başlı başına bir bölüm olarak o firâsetin hikmetlere âit ve şer’î kısımlarını bağlamaya muhtaç olduk. İnşâallâhü Teâlâ, vallâhü a’lem!