ALTINCI BÖLÜM Adâlet Hakkındadır. Ve O Bu Şehrin Hükümlerini ve Tedbîrlerini Bilen Kadıdır

ALTINCI BÖLÜM

Adâlet Hakkındadır. Ve O Bu Şehrin Hükümlerini ve Tedbîrlerini Bilen Kadıdır

Adâletli ve mükemmel olan himmetli efendi, Allah Teâlâ seni desteklesin! Eğer sen üzerinde mülkünün devamlılığını ve düşmanlarına zaferi istersen idâren altındakilerin hükümlerinin tasarruf edicisinin ve senin hükümlerinin infâz edicisinin adâlet olması lâzımdır. Şimdi muhakkak Allah Teâlâ onu senin üzerinde bâkîleştirdi. Bir şehire ve memlekete yöneldiğinde onlarda bereket ortaya çıktı ve rızıklar arttı. Ve bütün mîzân yayıldı. Ve o, zamanların ve eserlerin geçeceği yer üzerinde övülmüş, sevgili olan bir mevcûddur. Ve o, yeryüzünde konulmuş bir mîzândır. Ve en büyük arzda kulların ayrımı onunla olur. Ve o, bu günde dahi hâkimdir. Ve o şerîata göre kendisiyle emrolunandır. Ve muhakkak hükümdâr ceseddir; ve onun rûhu adâlettir. Ve her ne zaman adâlet olmazsa mülk harâb olur. Ve hakîmler demişlerdir ki: “Sultanın adâleti zamânın bolluğundan daha faydalıdır.” Ve Allah Tebâreke ve Teâlâ kullarına emredip ”İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni” (Nahl, 16/90) ya‘nî “Allah Teâlâ adâlet ve ihsân ile emreder” buyurdu. Ve onunla vasıflanmayan kimseyi zemmetti. Ve onu, onun üzerine hâkim kılmadı da buyurdu ki: “Veylun lil mutaffifîn; Ellezîne izektâlû alen nâsi yestevfûn; Ve izâ kâlûhum ev vezenûhum yuhsirûn; Elâ yezunnu ulâike ennehüm meb’ûsûn” (Mutaffifîn, 83/1-4) / ya’nî “Vay eksik tartanların hâline! Ki insanlardan aldıklarım tastamam ölçerler; ve kendileri ölçtükleri veyâ tarttıkları zaman eksik yaparlar. Acabâ onlar azîm gün için diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?” Ve Lokman oğluna dedi: “Yürümende ne pek hızlı, ne de pek aceleci ol; sesini vasat derecede çıkar!” (Lokman, 31/19). Ve Allah Teâlâ buyurdu: ”ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ” (İsrâ, 17/110) ya‘nî “Namazında sesini yükseltme, çok da kısma; bunun arasında bir yol seç!” Ve o adâlettir. Ve yine Hak Teâlâ buyurur: “Ve lâ tec’al yedeke maglûleten ilâ unukıke ve lâ tebsuthâ kullel bastı fe tak’ude melûmen mahsûrâ” (İsrâ, 17/29) ya’nî “Elini boynuna bağlanmış kılma; ve onu büsbütün de açma!” Ve Sallalâhü aleyhi ve sellem, Ebû Bekir (ra)’e “Sesini yükselt!” buyurdu. Ve Ömer (ra)’e “Sesini düşür!” buyurdu. Ve Sallalâhü aleyhi ve sellem, o cinsten adâleti işledi. Ve iki ayakkabısından birisi koptuğu zaman diğerini de çıkarıp çıplak yürürler idi, tâ ki ayakları hakkında adâlet buyura. Ve Allah Teâlâ onu onun üzerine inşâ eyledi ve tasvîr etti. Ve ba’zı hakîmlerin vasiyetlerindendir ki: “Tatlı olma, seni yutarlar; ve acı olma senden nefret ederler!” Şimdi adâlet bütün eşyâya sirâyet etmiştir. Bundan dolayı adâleti, kendine ve ehline ve adamına ve hizmetkârlarına ve kölelerine ve ashâbına ve sana yönelenlerin hepsine; ve vekillerin hakkındaki hükmüne; ve zâhiren ve bâtınen fiiline hâkim kıl!

Ey himmeti yüce ve adâletli ve mükemmel olan efendi! Allah Teâlâ seni bu sıfatlar ile desteklesin! Eğer sen vücûd mülkünün devamlılığını ve mülkünde olan düşmanlarına zafer kazanmak ve üstün gelmek istersen idâren altındakilerin ve tâbi’lerinin hükümlerine adâleti tasarruf edici kıl! Ve senin hükümlerini icrâ eden ancak adâlet olsun! Bunu üzerine vâcib bil!

Şimdi muhakkak Allah Teâlâ o adâleti senin üzerinde bâkîleştirdi. Ancak adâletin yöneldiği bir şehir ve bir memlekette bereket ortaya çıkar ve rızıklar artar. Ve bütün işlerde mîzân ve intizâm yayılır. Ve o adâlet zamanların ve asırların geçeceği yer üzerinde övülmüş ve sevgili olan bir mevcûddur. Yeryüzünde ya’nî şehâdet âleminde, Hak tarafından konulmuş bir mîzândır ki, bütün işlerin fazlalığı ve noksanlığı ve ifrâtı ve tefrîti onunla ölçülür. Ve en büyük arzda, ya’nî kıyâmet gününde, Hak Teâlâ kulların sınıflarını ve derecelerini o adâlet ile ayırır.

Ve o adâlet bu günde, ya’nî dünyevî hayâtta da hâkimdir. Ve dünyâ teklîf mahalli olduğundan, o adâlet şerîata göre kendisiyle emrolunandır. Ve şerîat onun uygulanmasını emreder. Ve muhakkak bir mülkün hükümdârı cesed; ve o hükümdârın rûhu da adâlettir. Ve adâlet olmadığı zamanlarda mülk harâb olur.

Ve hakîmler demişlerdir ki: “Hükümdârın ve sultânın adâleti zamânın bolluğundan ya‘nî rızıkların bol ve yiyecekle içeceğin ucuz olmasından daha faydalıdır.” Çünkü bir memlekette adâletin zıddı olan zulüm hükümrân olursa bolluk halka refâh ve saâdet bahşetmez. Zulüm bu refâhı azâb ve ıztırâba çevirir. Ve Allah Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de kullarına “Muhakkak Allah Teâlâ adâlet ve ihsân ile emreder” (Nahl, 16/90) buyurur. Ve adâlet ile vasıflanmayan kimseyi zemmeder. Ve zulmü adâlet üzerine hâkim kılmadı da Kur’ân-ı Kerîm’de buyurdu ki: “Vay eksik ölçenlerin hâline ki, insanlardan aldıklarını tastamam tartarlar; ve onlara ölçtükleri veyâ tarttıkları vakit, eksik yaparlar. Acabâ onlar azîm gün için diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?” (Mutaffîfîn, 83/1-4). Bu ölçü, kulların maddî ve ma’nevî hallerini kapsar. Çünkü bir çok kimseler vardır ki, insanlardan kendilerine karşı güzel ahlâk beklerler; fakat kendileri onlara karşı kötü ahlâk ile vasıflanırlar.

Ve cenâb-ı Lokman oğluna nasîhat edip dedi ki: “Hafif meşrebâne yürüme, kibirlenerek de yürüme! Bunların arasında vasat bir şekilde yürü! Ve konuştuğun zaman çok bağırma, güç işitilecek kadar da yavaş söyleme; belki sesini lüzûmu kadar çıkar!” (Lokman, 31/19). Ve Allah Teâlâ “Namazında sesini yükseltme, çok da kısma; bu ikisinin arasında bir yol seç!” (İsrâ, 17/110) buyurdu. Ve sesli ile sessiz arası, i’tidâl üzere bir yol olduğundan bu hususta adâlettir.

Ve yine Hak Teâlâ buyurdu: “Elini boynuna bağlanmış kılma; ve onu büsbütün de açma!” (İsrâ, 17/29). “Elini boynuna bağlamak” cimrilikten; ve “büsbütün açmak” isrâftan dolaylı anlatımdır. Ve cimrilik ile isrâf arası ancak i‘tidâl ve adâlettir. Ve bu adâlet ve i’tidâle işâret olarak Sallalâhü aleyhi ve sellem, Efendimiz Ebû Bekir Sıddîk (ra)’e “Sesini yükselt!” buyurdu. Çünkü cenâb-ı Sıddîk “Ya eyyühellezîne âmenû lâ terfeû asvâteküm fevka savtin nebiyyi” (Hucurât, 49/2) ya‘nî “Ey mü’minler, seslerinizi Nebî’nin sesinin üstüne çıkarmayınız!” emri geldikten sonra, bu emre muhâlefet etme korkusundan dolayı, (Sav) Efendimiz ile konuşma esnâsında sesini gâyet az çıkarır idi. Bu ise tefrît idi. Ve aynı şekilde Hz. Ömer ibnü’l-Hattâb (ra) tabîatının celâdetli oluşlarından dolayı konuşma esnâsında sesini çok çıkarırdı. Efendimiz ona da “Sesini düşür!” buyurdu. Çünkü bu ifrât idi. Ve (Sav) Efendimiz bu bahsedilen türden adâleti tatbîk ve icrâ buyururlar idi.

Örneğin mübarek ayaklarından birisinin tokası koptuğu vakit, ayakları hakkında adâlet buyurmak maksadıyla diğerini de çıkarıp çıplak yürürler idi. Ve Allah Teâlâ hazretleri (Sav) Efendimiz’in saâdetli mîzâclarını adâlet ve i‘tidâl üzerine inşâ buyurdu; ve şerefli cisimlerini i’tidâl üzerine tasvîr eyledi. Bundan dolayı adâlet ve i’tidâl onların yüce oluşumlarının gereklerinden idi. Çünkü Hak Teâlâ Nebiyy-i zî-şân Efendimiz’i beşerî kemâlde numûne olmak üzere açığa çıkardı. Ve her insanı bu yüce numûneye benzemeye da’vet etti.Ve hakîmlerden ba‘zıları vasiyyet edip demişlerdir ki: “Tatlı olma, seni yutarlar; ve acı da olma, senden nefret ederler.” Çünkü hiç gereği olmayan bir yerde hilm ve tatlılık tefrîttir; ve insânî nefse zarardır. Ve aynı şekilde herbirşeye hiddet ve gazab ise ifrâttır; ve insanların nefret etmesine sebeptir.

Şimdi verilen îzâhlara göre anlaşıldı ki, adâlet ve i’tidâl bütün eşyâyâ sirâyet etmiştir. Bundan dolayı adâleti kendine ve ehline ve evlâdına ve adamına ve hizmetçilerine ve kölelerine ve arkadaşlarına ve ashâbına ve sana yönelip seninle münâsebette bulunanların hepsine; ve hükümdâr isen işlere vekîl bıraktıkların hakkındaki hükmüne ve zâhirî ve bâtınî fiillerine hâkim kıl!