Resûlullah (sav) ashâbına nasîhatta, onlar üzerine gelebilecek usanma korkusundan dolayı, aralık verirdi.

Şimdi bu vasıfları kazanmaya çalış ki, insâf ehlinden olasın! Eskiden beri insanlar bana haber verdi ki, bizim vatanlarımızda ve onların vatanlarında, onların indinde, onların içinde, sessizliği uzun ve hikmetle konuşsa bile kelâmı az olan kimselerden kıymetçe çok büyük ve i’tibâr olarak en büyük ve en celîl bir kimsegörülmemiştir. Çünkü o cinsten azlık, çoktan daha güzeldir. Ve usanmak korkusunu onların nefisleri için kabûl et! Ve o daha önce bahsedilen cömertliğin sınırıdır. Ve Resûlullah (sav) ashâbına nasîhatta, onlar üzerine gelebilecek usanma korkusundan dolayı, aralık verirdi. Ve vârislerin de böyle olması gerekir. Ve aynı şekilde onların ellerinde olan şey hakkında zâhidlik eden ve onlardan kendini gizleyen ve onlara, ancak onların ihtiyâc duyduğu bilinen şey indinde, o ihtiyaca bakarak ortaya çıkan bir adamdan onların indinde daha azîm ve onların nefisleri arasında daha celîl olanı görmedim; şimdi bu vakitte, bölümün başında sana takdîm ettiğimiz şey üzere, onlar için zâhir olur. Şimdi biz her bir şeyi, nefislerin ona susaması için, bu söz makâmında söyledik. Böyle olunca sana dünyâlarından bir şey ile yönelirlerse, onlardan yüz çevir! Ve onların fukarâsı üzerine çevir! Eğer çekinip ancak seni aracı yaparlarsa onlardan kabûl et; ve onların bilgisi dâhilinde olmak üzere, onların fukarâlarına çevir! Ve imâmın hâli de böyle olur. Ve o sebeple memleketinin ehli indinde çokbüyük olur.

Sen bu bahsedilen vasıfların kazanılmasına, ya’nî işlerde ifrât ve tefrîtten kaçınmaya ve onların vasatı olan cömertlik ve zühd ile vasıflanmaya, çalış ki insâf ehlinden ya’nî adâlet ehlinden olasın. Aksi halde ifrât ve tefrîte düşüp zulüm ehlinden olursun. Bu ifrât ve tefrît insanın bütün hallerini kapsar. Örneğin kelâm bir insânî sıfattır. Bunun da ifrâtı ve tefrîti vardır: Kelâmı lüzûmundan fazla söylemek ifrât; ve lüzûmu hâlinde söylememek tefrit; ve ihtiyaç nisbetinde söylemek cömertliktir.

Nitekim insanlar, eskiden beri gerek bizim vatanlarımızda ve gerek kendi vatanlarında bulunan kimselerin arasında onların indinde, sessizliği uzun süren ve hikmetle konuşsa bile, sözü az olan bir adamdan kıymetçe çok büyük ve i’tibâr olarak en büyük, en celîl bir kimse görülmediğini haber vermişlerdir. Çünkü hikmetle konuşmanın azı çoğundan daha güzeldir. Çünkü insanlarda usanma ve bıkma hassası vardır. Bundan dolayı usanma korkusunu onların nefisleri için kabûl et ki, insanlara karşı bu şekilde muâmele, daha önce îzâh edilen cömertliğin sınırıdır ve zâhiridir. Nitekim (Sav) Efendimiz, usanmaları ve bıkmaları mahzûrunu göz önünde bulundurdukları için, ashâb-ı kirâmına (rıdvânullâhi aleyhim ecmâ’în) nasîhatlarda aralık verirdi. Bundan dolayı nebevî vâris olan insân-ı kâmillerin de, terbiye ettikleri mürîdlerine karşı, nasîhatlarında ve diğer muâmelelerinde böyle yapmaları lâzımdır. Ve aynı şekilde insanların ellerinde bulunan şey hakkında zâhidlik eden ve onlardan sûrette ve ma’nâda kendini gizleyen, ya’nî gece gündüz onların arasında bulunmayan; ve bulunduğu zaman da, dâimâ hakîkatlerin sırlarını ve ilâhî bilgileri esirgemeyip, onlara ancak ihtiyaç duydukları bilinen bir şeyin gerçekleşmesinde, o ihtiyâca bakarak sûret ve ma’nâca gözüken bir adamdan, o insanlar indinde daha büyük ve onların arasında daha celîl olan bir kimseyi görmedim.

Şimdi insân-ı kâmil ihtiyaç duyulan bir sebebe dayalı olarak insanlar arasında gözüktüğü zaman, bölümün başlarında sana takdîm ettiğimiz şey üzere, ya’nî ihtiyâç miktârından ne fazla ne de noksan olmamak üzere gözükür. Ve onların ihtiyâcını te’mîn etmekle yetinir; aslâ ifrât ve tefrit eylemez.

Şimdi biz gerek insânî vücûdda halîfe olan rûha ve gerek zâhiri hükûmette imâm olan kimseye her bir şeyi, nefislerin ona susaması, ya‘nî şiddetle meyli için bu söz makâmında ve ma’nâlara bağlı olan kelâm âleminde söyledik. Çünkü söz ma‘nâyı ifâde ederse de hâl bahşetmez. Hâl ancak o ma’nâlar ile amele çalışmak sûretiyle nefislerde oluşan bir melekeden ibârettir. Bu melekenin tafsîli ise, Hakk’ın inâyetiyle sâlikin himmet elindedir.

Şimdi mâdemki zâhidlik cömertliktir; böyle olunca insanlar sana dünyâlarından, ya‘ni mallarından, bir şey ile yönelirlerse onlardan yüz çevir, o getirdikleri malı kabûl etme! Fukarâya veriniz, de! Eğer kendileri fukarâya sadaka vermekten çekinip, ancak bu hususta seni aracı yapmak isterlerse, o malı onlardan al; ve onların bilgisi altında, onların fukarâlarına dağıt ve sadaka olarak ver! İşte insânî vücûdda rûhun hâli böyle olduğu gibi, zâhiri hükûmette imâmın hâli de böyle olur. Ve bu sıfât ile vasıflanmış olan imâm, bu sebeple memleketinin ehli ve teb‘ası indinde hürmete ve muhabbete lâyık olur.