Muhakkak rûhların ni’metlenmesi ilimler ve açılımlar iledir.

Ve kısımlar sınırlandı. Ve belki bir i’tirâz edici der ki:

“İki kısmı kabûl edelim. Ve onlar senin ilim ve amel sâhibi sözündür. Şimdi o amel yapan âlimdir. Ve ilim ve amel sâhibi olmayan onun aksidir. Ve diğer iki kısmı kabûl etmeyiz.”

Şimdi biz ona deriz ki, kısımlama doğru ve açıktır. Ve beyânı budur ki: Muhakkak rûhların ni’metlenmesi ilimler ve açılımlar iledir. Ve cisimlerin ni’metlenmesi yiyecekler ve içecekler cinsinden hissedilebilir olanlarladır. Ve onların azâbı bunun zıdları iledir. Şimdi sen iki kısmı kabûl ettiğin zaman, sana diğer iki kısmı da kabûl etmek lâzım gelir. Ve beyânı budur ki, o kimse ki amel sâhibidir, ilim sâhibi değildir, o taklîd edicidir ve amel sâhibidir; ve onun rûhu için ilimler yoktur ki onunla lezzet duysun. O ancak hapsedilmiştir. Ve kendisine döneceği şeye bakış ile kayıtlıdır. Ve onun yeri cennet ni’metlenmeleri cinsindendir. Ve biz buna ilim sâhibidir demeyiz. Ve diğer kısma gelince: O ilim sâhibidir, amel sâhibi değildir. Şimdi o şehvetleri işleyen ve haramlar içinde kalmış olan âlimdir. Onun rûhu ilimlerden kendisine açılmış olan şey ile ni’metlenmektedir. Ve onun idâresi altındakiler helâk yurduna girmeye sebep olan haramlardan işlediği şey sebebiyle azâbtadır. Şimdi bu kısımları tefekkür et, apaçık hikmeti göresin!

Ya‘nî meliklerin kısımlanması dört ile sınırlandı; ve beşinci bir hal düşünülemez. Ve olabilir ki, bir i’tirâz edici çıkıp bu sayılan kısımlara i‘tirâz ederek der ki: “Bu bahsettiğin dört kısımdan ilk iki kısmı kabûl ve tasdîk edelim. Ve kabûl edebileceğimiz kısımlardan birincisi, meliklerden ba’zılarımn ilim ve amel sâhibi olduğu sözündür ve bu kısım ilmi ile amel eden âlimdir. Ve ilim ve amel sâhibi olmayan bu kısmın aksidir. Bunları kabûl ve tasdîk ederiz. Fakat diğer iki kısmı tasdîk etmeyiz ki, onların birisi ilim sâhibi olup amel sâhibi olmayan; ve diğeri de amel sâhibi olup ilim sâhibi olmayandır.”

Şimdi biz bu i’tirâz ediciye cevâben deriz ki: Bizim beyân ettiğimiz dört kısım doğru ve sâbit ve açıktır. Ve beyânı budur ki, muhakkak rûhlar ilimler ve açılımlar ile ni’metlenici olur.Çünkü kendisinin latîf oluşu yönüyle ni’metlenmesi de latîflik âleminden olur. Ve cisimlerin ni’metlenmesi de yiyecek ve koklayacak ve görülecek ve işitilecek şeylerden bir takım kendisine uyan hissedilebilir şeylerle olur. Çünkü kendisinin kesîf oluşu yönüyle ni’metlenmesi de kesîflik ve hissedilebilirlik âleminden olur.

Ve rûhun azâbı ilmin zıddı olan cehâlettendir. Ve cismin azâbı da yemenin zıddı olan açlıktandır. Ve fenâ manzaralar ve fenâ kokular gibi hissedilebilirler kendisine uymayanlardandır.

Şimdi ey i’tirâz edici, bahsedilen iki kısmı kabûl ettiğin zaman, diğer iki kısmı da kabûl etmen lâzımdır. Çünkü amel sâhibi olup ilim sâhibi olmayan kimse taklîdçidir; bu kimse ancak amel sâhibidir; ve onun rûhu için lezzet duyacağı bir ilim yoktur. O ancak taklîd içinde hapsedilmiştir. Ve döneceği şeye bakış ile kayıtlıdır. Ve o bakışın yeri cennet ni’metlenmeleri cinsindendir. Ya’nî amel sâhibi olan taklîdçi, sırlara vâkıf olmayıp gözünü ameller cennetine ve o cennetteki ni’metlenmeye dikmiştir. Ameli, ancak cennete gideceğim ve cennetin ni’metlerine kavuşacağım diye yapar. Biz amelin sırlarına ve cennetlerin sırlarına vâkıf olmayan bu taklîdçiye, ilim sâhibidir demeyiz.

Ve diğer dördüncü kısma gelince, o amel sâhibi olmayıp ilim sâhibi olan kimsedir. Bu kısma dâhil olan kimse sırlara vâkıf olmakla berâber henüz nefsinin hazzlarını terk edememiş olduğundan şehvetleri işleyen ve haramlar içinde kalmış olan âlimdir. Onun rûhu, ilimlerden kendisine açılmış olan şey ile ni’metlenmektedir; fakat onun idâresi altında olan kuvvetler ve a‘zâsı helâk yurduna girmeye sebep olan haramlardan işlediği şey sebebiyle azâbtadır.

Şimdi insânî mülkte ilim ve amel sâhibi olan kâmil, rûhen ve cismen mutlak râhat içindedir. Ve onun zıddı olan ilimsiz ve amelsiz kimse rûhen ve cismen azâbtadır. Ve amel sâhibi olup ilim sâhibi olmayan kimse rûhen azâbta ve cismen ni’mettedir. Ve ilim sâhibi olup amel sâhibi olmayan kimse rûhen ni’mette ve cismen azâbtadır.

Ve zâhir hükûmette imâmın ilim ve amel sâhibi olması hem kendisi ve hem de idâresi altındakiler için ni‘mettir. Çünkü kendisinin imâmlık makâmında bulunmasına ve mülkünün devamlılığına ve idâresi altındakilerin rahâtının devâmına sebeptir. Ve ilim ve amel sâhibi olmaması hem kendi ve hem de idâresi altındakiler için azâbdır. Çünkü kendisinin imâmlık makâmında devamlılığının olmamasına ve mülkünün yitirilmesine ve idâresi altındakilerin râhatının gitmesine sebeptir. Ve yalnız amel sâhibi olup ilim sâhibi olmaması, gördüğü kâideleri taklîd ederek hükümeti idâre ettiği ve yaptığı işlerin zevkine vâkıf olmadığı için şahsen zahmet eziyet içindedir. Fakat taklîd olarak sâlih ameli dolayısıyla mülkü bâkî ve idâresi altındakiler râhat olur. Ve yalnız ilim sâhibi olup amel sâhibi olmaması, meşrû’ ve gayr-i meşrû’ olarak yaptığı işlerin zevkine vâsıl olduğu için imâmlık makâmında kendisine ma‘nevî zevk oluşsa da, sâlih amel olmaması yüzünden mülkü harâb ve idâresi altındakiler perîşan olur.