FASIL
İmam dörtten biri olmaktan hâriç değildir. Ve mevcûd cömertlik ile açığa çıkar ve dâim olur. Hakîmler derler ki, melikler dörttür, onun beşincisi yoktur: Kendisine cömert, idâresi altındakilere cömert; ve kendisine cimri, idâresi altındakilere cimri; ve kendisine cömert, idâresi altındakilere cimri; ve kendisine cimri, idâresi altındakilere cömerttir. Ve bir melik bu vasıfların birinden hâriç değildir. Bunun gibi bu ilâhî halîfe de onların birinden hâriç olmaz. Ve i’tibâr iki nüshanın tashîhi içindir. Şimdi biz deriz ki, insanî vücûdda bizim için ilim zâhir oldu; ve o cem’ makâmıdır. Ve amel zâhir oldu; ve o ayrılık makâmıdır; o da Kürsî’nin sınırıdır. Ve önceki Arş’ın sınırıdır. Şimdi vitr ya’nî tek, iki ayak yerinden ibâret olan Kürsî’ye ulaşır. Yeryüzüne ikiliği yazar. Ve bu mülk mübârek gecedir ki, onda her bir hikmetli iş ayrılır. Şimdi ey efendi! Eğer sen ilim ve amel sâhibi isen kendine cömertsin, idâren altındakilere de cömertsin. Ve eğer ilim ve amel sâhibi değilsen, kendine cimrisin, idâren altındakilere de cimrisin. Ve eğer ilim sâhibi olup amel sâhibi değil isen kendine cömertsin, idâren altındakilere cimrisin. Ve eğer amel sâhibi olup ilim sâhibi değilsen kendine cimrisin, idâren altındakilere cömertsin. Ve burada bir sır vardır ki, onun açılmasından men’ edildik. Onu zevk ya’nî bizzât hakîkatini yaşayanlara ve tahakkuk ehline terk eyledik.
Ya‘nî zâhir hükûmette imâm ve halîfe dört nevi’dir. Bu dört nev‘in biri olmaktan hâriç değildir. Ve mevcûd olan görünme yerleri ilâhî cömertlik ile, ya‘nî isimlere âit verişler ile açığa çıkar ve dâim olur. Çünkü Hak Teâlâ hazretleri isimleri dolayısıyla dâimî tecellîdedir. Bu ilâhî tecellîler bir ân devre dışı kalmayı kabûl etmez. Eğer bir ân kesilse görünme yerlerinin vücûdları yok olur. Ve ilâhî isimler birdîğerinin zıddı olarak karşılıklıdır. Bundan dolayı âlemde bu sebeple muhtelif zıdlar olur. İmâmın dört nevi’ olması da bu sebeptendir. Hakîmler derler ki, melikler ve hükümdârlar dört nevi’dir, onun beşincisi yoktur. Şöyle ki:
(1) Kendisine karşı cömert ve idâresi altındakilere karşı da cömerttir
(2) Kendisine karşı cimri ve idâresi altındakilere de cimdir
(3) Kendisine karşı cömert ve idâresi altındakilere karşı cimridir
(4) Kendisine karşı cimri ve idâresi altındakilere karşı cömerttir
İşte âlemde mevcûd meliklerden her hangi birisi bu sayılan vasıfların birinden hâriç değildir. Bunun gibi bâtın hükûmette bu ilâhî halîfe de bu vasıfların birinden hâriç olmaz. Bu ilâhî halîfe insanın cisim mülkünde tasarruf edici olan rûhdur.
Bu anlatılan sözdeki i’tibâr, iki nüshanın, ya’nî “büyük âlem” olan şehâdet âleminin tamâmı ile, “küçük âlem” olan insanın tashîh ve tesbîti içindir. Çünkü yukarıdaki şerhlerde geçtiği üzere büyük âlemde her ne mevcûd ise küçük âlemde de onun benzeri mevcûddur.
Şimdi biz deriz ki, insânî vücûdda bizim için ilim nisbeti zâhir oldu. Ve o ilim nisbeti cem’ makâmıdır. Çünkü ilim ilâhî sıfattır. Ve insân ferdlerinde gözüken ilmin o küllî ilme vâsıl olmasını ve onda toplanmasını îzâha gerek yoktur. Ve aynı şekilde insânî vücûdda amel zâhir oldu; ve o amel ayrılık makâmıdır. Çünkü amel için âlet lâzımdır. Ve âlet insânî madde bedendir. Ve eşyânın kesîf sûretleri gayrılık elbisesiyle Hakk’ın vücûdunun açığa çıkışından ibâret olup ayrılık mertebesidir. Ve bu ayrılık mertebesi Kürsî’nin sınırıdır, ya‘nî tabîattır ki, küllî nefs bu tabîat tezgâhında var edilmiştir. Ve önceki cem’ makâmı Arş’ın sınırıdır, ya’nî vahdet-birlik mertebesidir ki, o mertebede gayrılık yoktur.
Şimdi vitr ve tek olan Hakk’ın vücûdu, iki ayağın, ya’nî Cemâl ve Celâl’in, açığa çıkma yerinden ibâret olan Kürsî’ye, ya’nî küllî nefsin var olduğu tabîat sâhasına ulaşır. Ve yeryüzü dediğimiz izâfî vücûd âlemine ikiliği yazar. Ve bu mülk, ya‘nî izâfî vücûd mertebesi, mübârek gecedir ki, “Fihâ yufreku küllü emrin hakîm” ya’nî “Hikmetli işlerin hepsi onda (o gecede) ayrılır” (Duhân, 44/4) âyet-i kerimesi gereğince o mübârek gecede her bir hikmetli iş ayrılır. Çünkü nefis karanlıksal tabîî kesîflik içindedir. Ve Hakîm olan Hak Teâlâ hazretlerinin her bir ilâhî işi, ya’nî gerek cemâlî isimlerinin ve gerek celâlî isimlerinin hükümleri, o mertebede birdîğerinden ayrı bir sûrette gözükür. Ve vahdet-birlik mertebesi ahadiyyet mertebesinin istivâ ettiği bir Arş’tır. Ve o “hakîkat-i muhammediyye”den ibârettir. Ve bu mertebeye “ulûhiyyet” mertebesi de derler. Ve Arş ve Kürsî’ye âid olan diğer ayrıntılar üçüncü bölümün şerhinde geçti.
Şimdi ey zâhir hükûmette imâm olan efendi, veyâ ey insânî vücûd mülkünde halîfe olan rûh! Eğer sen ilim sâhibi olup idâren altındakiler üzerinde bu ilmin gereklerine bağlı olarak âdilâne amel icrâ edersen hem kendine ve hem de idâren altındakilere cömertsin. Ve eğer bunun aksi olarak, câhil ve âdilâne ve âlimâne amel sâhibi değil isen, hem nefsine ve hem de idâren altındakilere cimrisin. Ve eğer ilim sâhibi olup da bu ilminle amel edici değilsen, kendini ilim ile süslemiş olduğun için nefsine cömert ve idâren altındakilere cimrisin. Ve eğer amel sâhibi olup da ilim sâhibi değil isen nefsine cimrisin, fakat idâren altındakilere cömertsin.
Hz. Şeyh (ra) buyururlar ki: Bu dörlü kısımlandırmaya bağlanan bir sır vardır ki, o sırrı ehlinin dışındakilere açmaktan men’ edildik. Çünkü o sır hâl olarak ve zevk olarak ya’nî bizzât hakîkati yaşanarak idrâk olunabilir. Bundan dolayı onu zevk ehline ve ilâhî hakîkatlerle tahakkuk edenlere terk ettik. Çünkü hâle ve zevka âid ilâhî sırları söylemek ve yazmak ile anlatmak mümkün değildir.