Ey kerîm efendi! Yardımcına ve kapıcına vasiyyet ederim ki, senin vergilerinden ibâret olan sıfât cinsinden senin üzerine ancak kendisinde tahakkuk ettiğin bir sıfat dâhil olsun ki, o sıfat doğru ve zarurî olan iki önermenin neticesidir; ve kerîm ve dosdoğru olan iki asıldan bir fer’dir. Çünkü sıfât, onlar ile seni helâk etmek için, hevânın kendisine verdiği şeylerden, nefsin senin üzerine verdiği şeydir. Şimdi nefis onları, sana güzel bir sûrette olarak getirir. Oysa onların bâtını bunun tersidir. Hattâ eğer sen tecrübe edersen onun sıhhatini bulursun. Böyle olunca kendini muhafaza et! Sana bir sıfat geldiği ve sana dâhil olduğu zaman, apaçık delîller ve şerîat yönünden ve akıl yönünden ve âdet yönünden onun öncesine ve sonrasına bak; ve onu aklî görüş mihenkinde ve fikir mecrâlarında tecrübe et; ve onu ilim ölçeği ile tart! Ve firâset için belirlenmiş olan delîllerin sana verdiği şeyi onun hakkında sezinle! Şimdi eğer bir hayrı ta‘kîp ederse onunla hallen; eğer bunun tersi olursa onu katlet! Şimdi bu sıfat Resûlullah (sav)in “Dünyâdan ve onun sahte süslerinden sakınınız!” sözüyle dikkâtimizi çektiği sıfattır. Böyle olunca şey, ancak kendi aslının gereğini ta‘kîb eder ve ona döner.
Ey kerîm Efendi olan rûh! Yardımcın olan akla ve kapıcın olan fikre şunu vasiyyet ederim ki, senin beş duyundan hayâl hazînene bir takım vergiler toplanıp gelir ki, bu vergiler sıfât cinsinden olan şeylerdir. Sen bunlardan ancak hakikatine ulaşmak sûretiyle kendisinde tahakkuk ettiğin bir sıfatı hayâl hazînene koy! Çünkü senin bu tahakkuk ettiğin sıfat, doğru ve zarûri olan iki mantıksal önermenin geçerli netîcesidir. Ve biri Kur’ân-ı Kerîm ve diğeri hâdîs-i şerîfler olmak üzere kerîm ve dosdoğru olan iki asıldan bir fer‘dir. Örneğin kalabalıkta birisi ayağına basıp seni incitse, sende derhal bir gazab sıfatı peydâ olur; ve o kimsenin sûreti hayâl hazînene üzerine gazab olunmuş olarak dâhil olur. İşte sen bu vakit mantıkî bir kıyâs yapıp demelisin ki:
“Gazab sıfatıyla tahakkuk zemmedilmiştir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm gereğince öfkeyi bastırmak övülmüştür. Ve her şer’îat hükümlerinden övülmüş olanların zıddı zemmedilmiştir. Öyle ise gazab sıfatı şer’îat yönünden zemmedilmiştir; ve bununla tahakkuk câiz değildir.” Veyâhut aksine bir kıyâs yapıp demelisin ki:
“Hilim ya’nî ağırbaşlılık ve nezâket sıfatı ile tahakkuk makbuldür. Çünkü bu sıfat Kur’ân’da ve hâdîslerde övülmüştür. Ve Kur’ân ve hadîste her övülen sıfatla tahakkuk makbûldür. Öyle ise hilim sıfatı ile tahakkuk makbûldür.”
İşte görülüyor ki, gazab sıfatı ile tahakkuk etmemek ve ağırbaşlılık ver nezâket sıfatı ile tahakkuk, hükümleri anlatılan mantıkî kıyâslarda verilen ikişer önermenin netîcesi olur. Ve bu netîce de Kur’ân ve Hadîs gibi dosdoğru ve kerîm olan iki asıldan bir fer’ olmuş olur. Sana gelen sıfatlardan her bir sıfat hakkında uyanık olup, eğer böyle mantıkî kıyâs ile doğru bir hüküm vermeyecek olursan, sana dâhil olan fenâ sıfatlara yol vermiş ve onlar ile tahakkuk etmiş olursun. Bu ise senin hakkında zarardır. Çünkü sıfat dediğimiz şeyler öyle hallerdir ki, nefis onları senin düşmanın olan hevâ emîrinden alıp sana verir. Ve hevâ o sıfatlar ile seni helâk etmek ister. Ve nefis o sıfatları sana verdiği vakit, onları zâhiren sana güzel bir sûrette gösterir. Oysa onların bâtını ve hakîkati bunun zıddıdır ve çirkindir. Hattâ bu bizim sözümüzün sıhhatini, eğer sen kendi nefsinde tecrübe edersen sâbit bulursun. Böyle olunca nefsin verdiği sıfatlardan kendini koru; ve sakın onlar ile tahakkuk etme!
Şimdi sana bir sıfat geldiği ve sana dâhil olduğu zaman, apaçık delîller ve şer’îat yönünden ve akıl yönünden ve âdet yönünden onun öncesine ve sonrasına bak; ve onu aklî görüş mihenkine vur! Ve fikir mecrâlarında tecrübe et ve onu ilim ölçeği ile tart! Ve firâset ya’nî sezgi için belirlenmiş olan mantıkî delîllerin sana verdiği netîceyi o sıfat hakkında sezinle!
Örneğin nefis sana der ki: “Ramazan geldi, vücûdun zayıftır. Sana oruçlu olma sıfatı ile kıvam zarardır. Ve oruç tuttuğun zaman vücûdun büsbütün zayıf düşer, diğer farzları da edâ edemezsin.”
Bu görünüşte ma’kūl ve güzel görünür. Şimdi sen, nefsin bu hükmünü şerîata ve akla âit apaçık delîle tatbîk edersen çirkin bulursun. Ve meselâ nefse dersin ki:
“Ey nefis, ben şimdiye kadar her gün yedim içtim; vücûdum aynı zayıflık içinde idi; ve yemek ve içmek bu zayıflığa çâre bulamadı. Ve oruç büsbütün yemeyi ve içmeyi terk olmayıp bir günlük bir mes’eledir. Ondan sonra iftar edip vücûdu yeme ve içme ile takviye mümkündür. Özel olarak bende bir hastalık yoktur ki, oruç tutmamak câiz olsun. Hastalık olmadan oruç tutmamak kat’i olarak gelen habere aykırı bir harekettir. Ve kat’i habere aykırı her bir hareket ise isyandır. Öyle ise oruç tutmamak benim için isyân etmektir.”
Ve aynı şekilde, örneğin nefis der ki:
“Vücûdunu takviye için şarab iç! Çünkü dünyâ ve âhiret işleri bu vücûdun kuvveti ile olmaktadır. Ve şarâbın faydası ise Kur’ân’da geçmektedir. Ve her ne kadar hürmeti var ise de “zarûretler yasak olan şeyleri yapılabilir kılar” genel kâidesince senin için şerîat yönünden engel de yoktur.”
Sen bu hükmü aklî görüş mihenkine vurur ve fikir mecrâlarında iyice araştırır ve onu ilim ölçeği ile tartar da dersin ki:
“Ey nefis, Hak Teâlâ hazretleri “kulû minet tayyibâti“ ya’nî “temiz olanlardan yiyiniz” (Mü’minûn, 23/51) buyurur. Ve şarâb fenâdır, temiz değildir. Temizler arasında vücûdu takviye edecek birçok faydalı yiyecekler vardır. Bundan dolayı şarab içmek benim için aslâ zarûrî bir şey değildir ki mubâh olsun. Belki benim için şarab içmek isyandırr. Çünkü kat’i haberler ile yasaklanmıştır. Ve her kat’i haber ile yasaklanmış olan şeyi işlemek isyandır. Öyle ise şarab içmek isyandır. Ve şarabın faydası her ne kadar Kur’ân-ı Kerîm’de geçmekte ise de “ve ismuhumâ ekberu min nef’ihimâ“ (Bakara, 2/219) kat’i haberi ile günâhının faydasından daha büyük olduğu açıkça bildirilmiştir. Ve fenâlığı daha büyük olan faydalı bir husûsu tercih etmek, âhirette şiddetli azâba sebep olduğundan elbette onun terk edilmesi daha iyidir. Bundan dolayı şarab içmekten vazgeçmek daha iyidir.”
İşte görülüyor ki, nefsin hükümleri zâhirde faydalı ve güzel görünür. Fakat dikkâtli incelenirse onun tam tersi olan çirkin sonuçlar ortaya çıkar.
İşte nefsten gelen her bir sıfatı bu numûnelere tatbîk ederek düşün! Eğer bir hayrı ta‘kîp eder ve kıyâsın neticeleri hayırla netîcelenirse onunla tahakkuk et ve ziynetlen! Ve eğer dünyâ yönünden ve âhiret yönünden hayrın tersi olan şerr ile netîcelenirse, sakın o sıfatla tahakkuk etmeyip onu katlet ve imhâ et!
İşte katledilmesi gereken sıfat (Sav) Efendimiz’in “iyyâküm ve hazrâu’ddimeni” ya’nî “Dünyânın sahte süslerinden sakınınız!” hadîs-i şerîfinde bize tenbîh buyurduğu sıfattır. “hazrâu’ddimeni” aslında fenâ bir çevrede yetişmiş “güzel kadın”a söylenir ki, dış görünüşü gâyet güzel ve fakat bâtını olan ahlâkı gâyet çirkindir. Dünyâ da bunun gibidir. Zâhiri bezenip süslenmiş, fakat bâtını pistir. Bu nedenle “iyyâküm ve hazrâu’ddimeni” hadîs-i şerîfi dünyâdan ve onun sahte süslerinden dolaylı anlatım olur. Böyle olunca her hangi bir şeyin aslı ne esâsta ise o şey, kendi aslının o esâsını ta‘kîp eder ve ona döner. Ya‘nî başı hayır ise sonu da hayır olur. Çünkü Hâdî ismi hazretinden ulaşan bir sıfat, bu aslın gerekleri ne ise onu, ve Mudill ismi hazretinden gelen bir sıfat da bu aslın gereklerini ta‘kip eder. Ve her birisi kendi aslına döner. Çünkü bu iki asıl birdiğerinin zıddıdır. Bundan dolayı birinin gerekleri ve esâsı da diğerinin zıddı olur. Ve “İki zıt birarada olmaz” kâidesince onlardan çıkan hallerden hiç birisi diğerine dönmez, yine kendi aslına gider.