Alışılmışın dışında olağanüstü şeylerden sakın!

SİYÂSET

Ey kerîm efendi! Sana bir şeyi kendi yerinin dışına koymamak ve onların indinde bilinen vaktin dışında bir şey göstermemek yakışır. Ve belki o senin üzerine sağlam kılınmıştır. Ve alışılmışın dışında olağanüstü şeylerden sakın! Onun kabûlünün kuvvetli olması için, ancak ona ihtiyaç duyulması indinde âdetin dışına çık! Çünkü âdet, bu takdîr edilmiş işin açığa çıkması için, bu vakte şartları arttırır. Örneğin Allah Teâlâ yağma vaktinin dışında yağışla ve vaktinin dışında bulutu izâle etmede devamlılık üzere olarak âdetin dışına çıksa, bu ümîdsizliğe ve şükürsüzlüğe sebep olur. Şimdi onlar ihsân ile yeryüzünde azgınlık derler. Fenâ bir durumdanasıl olur? Ve eğer bir senede her hangi bir husûs için bunun benzeri gözükür ve âdetten vazgeçerse, sen onu tetkîk ile bulursun. Böyle olunca bu vasıflar ile ahlâklan! Senin için dünyâ yönünden ve âhiret yönünden selâmet oluşsun. Bir işe himmet eylediğin zaman “inşâallah” de! Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “Ve lâ tekûlenne li şey’in innî fâilün zâlike gadâ / İllâ en yeşâallâhu” (Kehf, 18/23-24) ya‘ni “Birşeye azmettiğinde ‘ben onu yarın yaparım,’ deme! Belki ‘Allah Teâlâ dilerse yaparım,’ de!” Ve Allah üzerine yemîn etme! Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ” (Nahl, 16/91) ya‘nî “Yemînlerinizi sağlamlaştırdıktan sonra o yemîni bozmayın!” Ve aynı şekilde buyurur: “Ve lâ tettehızû eymâneküm dehalen beyneküm” (Nahl, 16/94) ya‘nî “Yemînlerinizi aranızda mekr ve hîle edinmeyin!” Kötü arkadaşlardan kendini koru! Çünkü onlar paranı yerler ve senin etini ve kanını ateşe yaklaştırırlar. Sen ancak onunla dîninde artış bulduğun bir dosta arkadaş ol! Eğer dîninde onun sohbeti ile noksanlık olursa, şimdi o ne fenâ arkadaştır; ve o senin için en büyük düşmandır. Mülkünde ondan sakın! Çünkü o mülkünün harâb olmasına sebep olur. Ve senin hakkında bu kötü arkadaş senin hevândır. Hevâna cihâd eyle; çünkü o düşmanlarının en büyüğüdür. Ve Hak Teâlâ buyurur: “kâtilûllezîne yelûneküm minel küffâri” (Tevbe, 9/123) ya’nî “Size en yakın kâfirler ile savaşın!” Ve o sana kâfirlerin en yakınıdır. Şimdi onunla meşgûl ol! O seninle meşgûldür. Çünkü yırtıcı hayvanlar memleketinin köylerini yıkar ve sana dâimi ni’metlenme verir; hevâ ise senin dînini yıkar.

Ey kerîm efendi olan rûh! Sana yakışan, belki senin üzerine sağlam kılınmış olarak en lâzım olan şey budur ki, bir şeyi kendi yerinin dışına koymayasın! Ve idâren altındakiler indinde bilinen ve belirlenmiş olan vaktin dışındaki vakitlerde onlara bir şey göstermeyesin! Çünkü onlar alıştıkları şeye aykırı bir durum ve hareket görürlerse şaşırırlar. Çünkü âdet, bu sebepler âleminde, takdîr edilmiş bir işin açığa çıkması için bu vakte lâzım olan sebepleri ve şartları arttırır. Örneğin açlık yemek yemeye ve yemek yemek vücûdun kuvvetine ve vücûdun kuvveti dünyevî ve uhrevî mesâiye sebebdir. Ve bunların hepsi bu âlemde âdettir. Ve bu hallerin açığa çıkması ise takdîr edilmiş iştir. Bundan dolayı açlık vaktinde âdet olarak yemek yenilmesi lâzımdır. Böyle olunca âdete riâyet gerekir. Ve âdetin dışında çıkmaktan kaçınmalıdır. Çünkü bu âlem rûhânî neş’e üzerine değil, belki nefsânî neş’e üzerine mahlûktur. Örneğin rûhun görme ve konuşma husûsu her yönden olduğu halde, cismin görmesi ve konuşması ancak gözden ve dilden olur.

Şimdi ey kerîm, cisim âleminde sen kendi hâlini göstererek görme ve konuşma husûsunu, bilindiği şekilde göze ve dile vermeyip de, farz edelim elden ve ayaktan ve diğer a’zâdan gösterirsen onlar şaşırırlar; ve şaşkınlık kendi çevresine de yayılıp âlemin düzeni bozulur. Çünkü bu şeyleri kendi yerinin dışında koymuş olursun. Ve bir şeyi kendi yerinin dışına koymak ise zulümdür. Ve kerîm olana zulüm yakışmaz.

Ve idâren altındakilerin indinde bilinen ve belirlenmiş olan vaktin dışında onlara bir şey gösterme! Ve örneğin uyku vaktinde uyanıklık hâli gösterme! Bundan dolayı âdete aykırı hâl ve hareketten sakın! Ancak âdete aykırı bir şey gösterilmesine ihtiyaç duyulduğu vakit; ve örneğin senin hâl ve şânını inkâr eden ve fakat hidâyete isti’dâdlı olan kimseyi gördüğün zaman, âdetin dışında çık! Çünkü her zaman gözükmeyip böyle ihtiyaç hâlinde gerçekleşen bir hâlin kabûlü, bunu görenler üzerinde kuvvet ve şiddetle te’sîr eder. Örneğin Allah Teâlâ yağma vaktinin dışında, ya’nî yaz günü, devamlı bir şekilde kar ve yağmur yağdırarak âdetin dışında çıksa; veyâhut vaktinin dışında, ya’nî kış vaktinde, bulutu devâmlı bir şekilde izâle edip hiç yağmur veyâ kar yağdırmasa, bu âdetin dışına çıkma kulların ümîdsizliğine ve şükürsüzlüğüne sebep olur.

Şimdi kullar kendilerine Hakk’ın bol bol ihsânı geldiği vakit bile yeryüzünde azgınlık ve fesâd eder oldukları halde, böyle vaktinin dışında aşırı yağış veyâ hiç yağışın olmadığı fenâ bir durum olursa, artık onların hâli neye sürüklenir? Var kıyâs et!

Ve eğer bir senede yeryüzüne ve gökyüzüne âit hallerden her hangi bir husûs için bu beyân ettiğimiz şeyin benzeri gözükür ve Hak Teâlâ o husûsta âdetten vazgeçerse, sen onun netîcelerini tetkîk et! Kulların üzerinde nasıl te’sîrlerinin oluşacağını bulur ve anlarsın. Böyle olunca “Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanınız” yüce emrine uyarak seni halîfe kılan Hakk’ın bu vasıfları ve ahlâkı ile ahlâklan ki, senin için dünyâ yönünden ve âhiret yönünden selâmet oluşsun.

Bir işi yapmaya himmet ettiğin ve kastettiğin zaman “inşâallâh” de! Çünkü bu sözün söylenmesi ilâhî üst irâdeden gaflette olmadığına işâret eder. Ve ilâhî kudret üst irâdeye ve ilâhî üst irâde de ilme ve ilâhî ilim de bilinenler olan sâbit ayn’ların kâbiliyyetlerine ve isti’dâdlarına tâbi‘dir. “Hakk’ın üst irâdesinin bağlandığı şey mevcûd olur; ve üst irâdesinin bağlanmadığı şey mevcûd olmaz” demektir. Şimdi bir şeye himmet ettiğin ve kastettiğin zaman, bu sırrı hatırlar ve düşünürsen o şeyin var edilmemesinden sıkıntı duymazsın ve mahzûn olmazsın. Çünkü bilirsin ki, o şeye Hakk’ın irâdesi bağlanmamıştır. Ve bu hakîkati Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de “Ve lâ tekûlenne li şey’in innî fâilün zâlike gadâ / İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte” (Kehf, 18/23-24) ya‘nî “Bir şeye azmettiğinde ben onu yarın yaparım deme; belki Allah Teâlâ murâd ederse yaparım de! Ve gafletle o irâdeyi unuttuğun vakit Rabb’ini zikret!” buyurur.

Ve Allah Teâlâ üzerine yemîn etme! Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ” (Nahl, 16/91) ya’nî “Yemînlerinizi sağlamlaştırdıktan sonra o yemîni bozmayın!”Ve aynı şekilde buyurur:“Ve lâ tettehızû eymâneküm dehalen beyneküm” (Nahl, 16/94) ya’nî “Yemînlerinizi aranızda mekr ve hîle edinmeyin!” Çünkü bir şeyin takviyesi için Allah Teâlâ üzerine yemîn etmekte mahzûrlar vardır. Örneğin bir işi yapacağına yemîn ettiğin vakit, her işin gerçekleşmesinin ve açığa çıkmasının ilâhî üst irâdeye bağlı olduğunu unutmuş olursun; belki de senin yemîn ettiğin o işin gerçekleşmesine ilâhî üst irâde bağlanmamıştır. Bu şekilde o işi yemîn ile kuvvetlendirdiğin halde, engelleri ve yolunun kapalı oluşu sebebiyle yemînini bozmuş olursun.

Ve mâdemki her işin gerçekleşmesi ve gerçekleşmemesi Hakk’ın irâdesine bağlıdır; ve bu husûstaki ilâhî üst irâde senden perdelidir; bu perdelilik ile her hangi bir iş hakkında yemîn ettiğin vakit, o yemîni muhâtabını iknâ’ etmek için ona karşı mekr ve hîle edinmiş olursun. Ve bu hâller ise yukarıdaki ilâhî emirlere aykırı bir hareket olur. Bu düştüğün çukurdan kurtulmak için Allah Teâlâ üzerine yemîn etmemek irfân yolu olur.

SORU: Ba‘zı hâdis-i şerîfler yemîn ile kuvvetlendirilmiş olduğu gibi, ba‘zı büyüklerden de sözlerinde yemîn olmuştur. Bunların yönü nedir?

CEVAP: Bunda iki yön vardır:

Şimdi Resûlullah (sav) Efendimiz’e eşyânın hakîkatlerini açılmış olduğuna şüphe yoktur. Bundan dolayı ba‘zı hâdis-i şerîfler bu sebepten yemîn ile kuvvetlendirilerek söylenmiştir. Ve ba‘zı büyüklerden de gerçekleşen bir husûs yemîn ile kuvvetlendirilerek beyân olunmuştur. Bu cümleden olarak İmâm-ı Alî (kerrem’Allâhü vecheh) efendimiz Hayber kalesini kendi kuvveti ile koparmadığına yemîn edip “Vallâhi Hayber kalesinin kapısını koparan ben değildim” buyurur. Ve Hayber kalesinin bir insânî ferdin kuvvetiyle koparılamıyacağı herkesin görüşünde açık bir husûs idi. Ve bununla berâber bu hârika herkesin gözü önünde gerçekleşmiş idi. Ve aynı şekilde şerîatte bir husûsun yapılmayacağına yemîn câizdir. Nitekim “Beyânlar iddiâ eden için ve yemîn inkâr eden kimse üzerinedir” kaidesi meşhûrdur. Çünkü iddiâcının gerçekleşeceğini iddiâ ettiği bir husûsun gerçekleşmeyeceğini beyân etmek ve onu yemîn ile kuvvetlendirmek, o husûsun gerçekleşmesine ilâhî üst irâdenin bağlanmamış ve bundan dolayı zâhir âlemde de açığa çıkmamış olduğunu beyân etmek demektir ki, bu yemînin bozulması düşünülemez.

Kötü arkadaşlardan kendini koru ve onlardan kaç! Çünkü onlar senin paranı yerler; ve etini ve kanını uzaklık ateşine yaklaştırırlar. Sen öyle bir dosta arkadaş ol ki, onun sohbeti sebebiyle dînindeki kuvvet artsın. Eğer kendine arkadaş edindiğin bir dostun sohbeti sebebiyle dîninde noksan ve bozukluk görürsen, o kimse sana pek fenâ bir arkadaştır; ve o kimse en büyük düşmanındır. Mülkünde ondan sakın! Çünkü o kimse mülkünün harâb olmasına sebep olur.

Ve senin hakkında bu en fenâ arkadaş senin hevândır. Hevâna cihâd eyle ve onunla dâimâ çarpışan ol! Çünkü o senin mülkünde düşmanlarının en büyüğüdür. Nitekim Hak Teâlâ “kâtilûllezîne yelûneküm minel küffâri” (Tevbe, 9/123) ya’nî “Size en yakın kâfirler ile savaşın!” buyurur. Ve senin hevân sana kâfirlerin en yakınıdır; çünkü mülkün olan cismindedir. Ve cisminin hâricinden sana aktarımlarda bulunan kâfirler tabi’ki ondan daha uzaktır. Böyle olunca gaflet etmeyerek dâimâ onunla meşgûl olup hallerini gözet; ve dâimâ gözetim altında tut! Çünkü o hevâ seni hiç bir vakit terk etmeyip seninle meşgûl olmaktadır. Bu hevâ âdî yırtıcı hayvanlardan daha zararlıdır. Çünkü âdî yırtıcı hayvanlar senin memleketinin köyleri olan a’zâlarını ve madde bedenini yıkar ve netîcesinde ölüm denilen hâl oluşur. Ve bu yüzden şehitlik mertebesine erişmen dolayısıyla dâimi ni’metlenme verir. Ve bu hevâ düşmanı ise, senin şehrin ve karargâhın olan kalbini bozarak dînini kökünden koparır.