TAMAMLAMA
Ey kerîm efendi, idâren altındakilere muhabbet et! Ve her bir sınıfın kendisinin işine yarayacak olan verişleri onlara esirgemeden ver! Ve bu seni harâm olan şeylerden men’ eder. Mümkün olduğu kadar tâat hîbelerini onlara esirgemeden ver! Ve seni hâlife edeni hatırla ki, bir gün onların dilleri ve elleri ve ayakları onların aleyhine şehâdet eder. Muhakkak kulak ve göz ve kalbin her birinden sâhibinin ameli sorulur. İşte bu iki âyet sana tahsîs edilmişleri ve âmmeni kapsamına almaktadır. Ve yeryüzünde kibirlenerek yürüme! Ve şerîatın makbûl kıldıkları ile emret ve kabâhat ve haram olarak bildirdiklerinden men’ et! Ve emmâre ve levvâme nefsi soruştur! Ve yardımcını her bir ânda onlara lütfedici kıl! Ve mülkünün ve memleketinin köylerinin idâresini onları yönetir kıl! Çünkü onlar duyulara, ancak kendilerine aktarılan şeyi aktarırlar. Eğer hayır ise hayır olur; ve eğer şer ise şer olur. Şimdi bunun indinde memleketin sâlih olur; ve topladığın vergilerin artar; ve düşmanlarına karşı zafer kazanırsın. Şimdi himmetini ebeden en yakın olanın ıslâhına sarf et ki, çekişme ve kavgan ve zahmetin az olsun. Ve sâlihi fesatçının üzerine musallat et ki, onu ıslâh ede. Ve bunun şiddetli korku ile olmasından sakın ki, onların nefretleri artar. Şimdi Allah Teâlâ tarafından sana bu rahmettir ki, sen onlara mülâyim oldun. Ve eğer kötü ahlâklı olup kalbi katı ola idin, elbette onlar senin etrafından dağılırlar idi. Böyle olunca onları affet ve onlar için istiğfâr eyle! Ve onları hoş etmek için bu husûsta istişâre et! Çünkü nefisler kendisine ihsân eden kimsenin muhabbeti üzere yoğrulmuştur.
Ya’nî ey kerîm efendi ve ey halîfe olan rûh, idâren altında olan zâhir ve bâtın kuvvetlerine muhabbet et! Ve bunlardan her sınıfın işine yarayacak olan verişleri, onların her birine ayrı ayrı esirgemeden ver! Ve bu muhabbet ve verişler seni haram işlere girişmekten men’ eder. O kuvvetlere mümkün olduğu kadar tâât hîbelerini bol bol ihsân et! Ve bütün hallerde seni halîfe kılan Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerini hatırla ve yâd eyle ki, Kur’ân-ı Kerîm’de haber verildiği üzere, günlerden bir günde halîfe kılınan kimselerin idâresi altındakiler, ya‘nî dilleri ve elleri ve ayakları, onların icrââtı hakkında kendi aleyhlerine şâhidlik eder. Ve aynı şekilde Kur’ân’ın haberlerine bakarak muhakkak kulağın ve gözün ve kalbin her birinden, bunların sâhibi olan halîfenin ameli sorulur.
İşte bu bahsedilen “Yevme teşhedü aleyhim elsinetühüm ve eydîhim ve ercülühüm bimâ kânû ya’melûn” ya’nî “O gün onlara, onların dilleri, elleri ve ayakları yapmış olduklarına şâhitlik edecek” (Nûr, 24/24) ve “innes sem’a vel basara vel fuâde küllü ulâike kâne anhu mes’ûl” ya’nî “Muhakkak ki kulağın, gözün ve kalbin, onların hepsi, ondan mes’ûldürler” (İsrâ, 17/36) âyet-i kerîmeleri sana tahsîs edilmiş olan kuvvetlerin ve âmmen olan a’zânın hallerini kapsamına almaktadır.
Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin halîfeliğin dolayısıyla sana ihsân eylediği kudret ve tasarrufa mağrûr olup yeryüzünde kibirli bir şekilde yürüme! Ve idâren altındakilere şerîatın emrettiği bilinen şeylerle emret; ve şerîatın yasakladığı kabâhat ve haram şeylerden onları men’ et! Ve emmâre nefs ile levvâme nefsin hallerini dâimâ soruşturarak gözetim altında tut! Çünkü emmâre nefsin meyli dâimâ fenâ şeylerin tarafınadır. Ve levvâme nefs her ne kadar fenâ şeyleri kötülemek ve onlardan pişmanlık duymak sıfatını taşımakta ise de, yine fenâ şeylere bakmaktan kurtulmamıştır.
Ve yardımcın olan aklı devâmlı olarak sana tahsîs edilmiş olan kuvvetlerine ve âmmen olan a’zâna lütuf ile muâmele eder bir halde bulundur. Ya’nî şerîatın izin verdiği ni’metlerden ve mubâh olan şeylerden men’ etme! Ve mülkün ve memleketin olan insânî vücûdun köylerinin idâresini, ya’nî köylerin olan a’zânı idâre eden bâtın ve zâhir kuvvetlerini, onları yönetir bir halde bulundur. Ya’nî vücûd a’zâlarından her hangi biri ilâhî sınırları aşarsa, onu o aştığı işten geri çekmek için kuvvetlerini o a‘zâ üzerinde tasarruf edici kıl! Örneğin gözün nâmahreme baktığı zaman tefekkür etme kuvvetini ona musallat et! Çünkü o köylerin olan a‘zâ duyulara, ancak kendilerine aktarılan şeyi aktarırlar.
Bilinsin ki, insan bu kesâfet âleminde çevresindeki mevcûdları ancak zâhirî beş duyusuyla hisseder. Ve bunlar insânî vücûdda mevcûd olan a‘zâlara bağlanırlar. Görme hissi göze; ve dokunma hissi vücûdun tamâmına; ve işitme hissi kulağa; ve koklama hissi buruna; ve tadma hissi ağıza bağlanır. Bundan dolayı duyulara aktarılan şey, çevrelerinden bu uzuvlara aktarılan şeydir. Bu aktarımlar, ya şerîat hükümlerine uygun olur veyâ aykırı olur. Şerîata uygun olması hâlinde bunun engellenmesi için akıl ve fikrin tasarruflarına gerek yoktur. Aykırılık hâlinde, o uzvu, ilâhî sınırlar içerisine çekmek için aklın ve fikrin vazîfesi, çâre tedârik etmek ve hîle yolunu kullanmaktır. Şimdi eğer kendi çevresinden a‘zâlara aktarılan şey meşrû‘ ve hayır ise duyulara da hayır aktarılır; ve eğer meşrû‘ olmayan ve şerr ise şerr aktarılır. Böyle olunca sen yukarıdaki îzâhlar içerisinde hareket ettiğinde vücûd memleketinin idâresinde sâlihlik hâsıl olur. Ve topladığın vergilerin, ya‘nî sâlih amellerin artar. Ve sâlih amellerin artınca, düşmanların olan hevâya ve onun yardımcısı olan şehvete üstünlük kazanmış olursun.
Şimdi himmetini ebeden en yakın olanın ıslâhına sarf et ki, mülkünde çekişme ve kavgan az olsun. Ve sana en yakın olan kalb ve ondan sonra bâtınî kuvvetler ve daha sonra a’zâdır. Ve sâlihi fesatçının üzerine musallat et ki, onu ıslâh etsin. İlk olarak kalbi ıslâh edersen bu sâlih olan kalbi fesatçı kuvvetler üzerine musallat edersin, onları ıslâh eder. Çünkü kalb sâlih olursa, kendisine ulaşan bozuk fikirlerin icrâsına meydân vermez; netîce olarak fikir ve inanç da doğru olur. Ve bâtıni kuvvetler sâlih olduğunda zâhiri kuvvetleri ıslâh ederler; ve onlar da a’zâyı ıslâh ederler. Ve bu ıslâh husûsunu i’tidâl üzere yap, onları şiddetli korku vâsıtasıyla yapma! Çünkü şiddetli korkudan onların nefretleri artar. Ve nefret ile olan amelde ihlâs bulunmadığı için fayda oluşmaz.
Rivâyet edilir ki, bir kimse Hz. Ömer (ra) efendimizin halîfeliği zamânında namaz kılar idi. Hz. Ömer onun çok acele kıldığı namazı beğenmedi; ve elinde kamçı bulunduğu halde ona, celâl ile, namazın olmadığını ve iâdesini emretti. O kimse korkusundan rükûnları düzgün olarak namazı iâde etti. Hz. Ömer onu seyretmekte idi. Namazın bitiminden sonra ona sordu: “Bak, şimdi namazı güzel edâ ettin! Evvelki namaz mı iyi oldu, şimdiki mi?” O kimse cevâben dedi: “Elbette evvelki namaz daha iyi idi.” Hz. Ömer: “Niçin?” diye sordu. O kimse: “Ben evvelki namazı Allah Teâlâ’nın rızâsı için gönlümün arzûsuyla edâ etmiş idim. Sonraki namazı kamçı korkusundan kıldım” dedi. Ve Hz. Ömer (ra) sükût buyurdu.
Şimdi ey halîfe! Kur’ân-ı Kerîm’de küllî rûh ve aslî halîfe olan (Sav) Efendimiz’e hitâben beyân buyrulan sıfattan senin dahi nasîbin vardır. O da budur ki, sana tahsîs edilenler ve âmmen hakkında olan muâmelende mülâyim olman Allah Teâlâ tarafından sana rahmettir. Ve eğer kötü ahlâklı olup kalbi katı olsaydın, elbette onlar senin etrâfından dağılırlar ve senin tasarrufun altına girmezler ve her biri bildiğini işler idi. Böyle olunca eğer onlardan muhâlefet olursa haklarında şiddetle siyâset etmeyip affet; ve onlar için istiğfar eyle! Ya’nî fenâlıklarının güzellikler ile örtülmesini taleb eyle! Ve onları hoş etmek için icrââtında onlar ile istişâre et! Ve tâkatlarine göre iş buyur! Eğer böyle yaparsan bu muâmele onlara güzel ve hoş gelir. Ve nefisler kendisine güzel muâmele eden kimsenin muhabbeti üzere yoğrulmuştur.