Dünyâ lânetlenmiştir; ve onda olanlar lânetlenmiştir. Ancak Allah’ın zikri cinsinden olan şey müstesnâdır.

HİKMETLERİ KEMÂLE ERDİRME

Ey kerîm efendi! Nefsini dünyâdan ve onun ihtiyâcından tenzîh et; ve onu kendine ve idâren altındakilere hizmetkâr kıl! Allah Teâlâ’nın seni ona ehil kıldığı mevkînin yanında dünyâ nedir ki, o mevkî kendisine iki âlemin bağlılığından mukaddestir. Şimdi dünyânın bağlılığı nasıl olur ki! Allah Teâlâ ona buğz etti ve halk edilişinden beri ona bakmadı. Ve Nebî (sav)’in onu leşe ve çöplüğe benzetmesi sana kâfidir. Ve onun verdiği haber ile Allah Teâlâ’nın indinde o, sivrisineğin kanadı kadar değildir. Ve o lânetlenmiştir; ve onda olanlar lânetlenmiştir. Ancak Allah’ın zikri cinsinden olan şey müstesnâdır. Allah Teâlâ’nın zâhir bir nûr cevheri olarak halk ettiği senin gibi bir halîfenin himmetine, tamâmen veyâ göz ucu ile leşe veyâ çöplüğe bakmak veyâ ona saldırmak yakışır mı? Ve Hak Teâlâ buyurdu ki; “Ey dünyâ bana hizmet edene hizmet et; ve sana hizmet edeni hizmetinde çalıştır!” Şimdi Allah Teâlâ seni muvaffak eylesin! Senin mevkîni sana halîfelik veren tarafından, sana takdîr edilen şey, sana vefâ edinceye kadar dünyâ sana tâliptir. Bundan dolayı idâren altındakilere şefkat ile bezenmiş ol! Sana itâatkar kıldığı şeyi talep etmekte kısa kes! Ve kurtuluşuna ve emirler ve yasaklar ve sınırlardan sana teklîf ettiği şeyle meşgul oluşun sebebiyle nefsinin kurtuluşuna çalış! Böyle olunca dünyâdan yüz çevirmeyi üzerine gerekli kıl; Sen ona yönelsen de ondan sana gelen şey, ister istemez hizmetkâr olarak sana gelir ve sana ulaşır. Ve sen ondan yüz çevirsen de yine sana ulaşır. Ka‘bu’l-Ahbâr beyân eder ki, Allah Teâlâ Tevrât’ta zikretti ki:

“Ey Âdemoğlu, eğer benim sana kısmet ettiğime râzî olur isen kalbin ve bedenin râhat olur ve sen de övülen olursun; ve eğer benim sana kısmet ettiğime râzî olmazsan sana dünyâyı musallat ederim. Sahrâda vahşilerin hareketi gibi onda hareket edersin. Daha sonra yüceliğim ve celâlim hakkım için, sen zemmedilmiş olduğun halde ondan ancak benim sana takdîr ettiğim şeye nâil olursun.”

Şimdi beden ile kalbe râhatı yerleştir! Çünkü irâdesiz bir şeyin talep edilmesi geçerli olmaz. Çünkü araştırıp inceleme için o harekete geçiricidir. Ve irâde, senin âmmen için tasarruf eden hâssandır. Ve eğer mazmûnda bütünsel tasarruf ile tasarruf ederse, onun üzerine olan emirlerine uymaya hâzır olmaz.Ve onun bunlara uymaması durumunda, sen bu bölümde anlatılacak olan şey üzerine idâren altındakilere leîm ya’nî fenâ olursun.

Ya‘nî ey kerîm efendi olan rûh! Zâtını dünyâdan ve dünyânın ihtiyâcından serbest kıl; ve o dünyâyı zâtına ve idâren altında olan kuvvetlerine ve a‘zâna hizmetkâr eyle! Çünkü senin şehâdet mertebesinde açığa çıkman sendeki kemâ- lâtın açığa çıkartılması içindir. Ve hakîkatte dünyânın varlığı bu maksada hizmet içindir. Eğer sen dünyânın hükümlerine dalıp gidersen bu yüce maksad yitirilir. Oysa Allah Teâlâ’nın seni ehil kıldığı halîfelik mevkîine göre dünyâ nedir? Bu halîfelik mevkîi kendisine dünyâ ve âhiretin bağlılığından pâk ve mukaddestir. Çünkü hakîkatte seninle Hak arasında varlıksal mertebelerden hiç bir mertebe yoktur. Eğer dünyâya ve âhirete ilgi duyarsan, bunlar Hak ile senin aranda perde olur. Nitekim “Dünyâ âhiret ehline haramdır; ve âhiret dünyâ ehline haramdır; ve her ikisi de Allah ehline haramdır” buyrulmuştur. Hal böyle iken Allah Teâlâ’nın buğz ettiği ve halk ettiğinden beri hiç bir kıymet vermediği dünyâya bağlılığın nasıl olur?

Ve o dünyânın hiç bir kıymeti olmadığına delîl istersen, Nebî (sav) Efendimiz’in onu leşe ve çöplüğe benzetmesi kâfidir. Nitekim hadîs-i şerîfte “Dünyâ leştir; ve onun tâlipleri köpeklerdir” buyrulmuştur. Ve yine (Sav) Efendimiz’in “Eğer dünyâ Allah indinde bir sivrisineğin kanadı kadar olsaydı, ondan bir kâfire bir içim su vermezdi.” Ve “Dünyâ lânetlenmiştir, ve onda olan da lânetlenmiştir. Ancak Allah zikir cinsinden olan şey lânetlenmiş değildir” hadîs-i şerîfleriyle olan haberleriyle, Allah Teâlâ’nın indinde o dünyâ sivrisineğin kanadı kadar değildir. Ve o lânetlenmiştir, ya‘nî Hak’tan uzaktır; ve onda olan şeyler de lânetlenmiş ve uzaktır. Ancak dünyâda Allah zikri cinsinden olan şeyler lânetlenmiş ve uzak değildir.

Bilinsin ki, dünyânın lânetlenmiş ve uzak olması maddî uzaklık değildir, belki ma’nevî uzaklıktır. Çünkü dünya Hakk’ın vücûd mertebelerinden bir mertebedir. Ve Hak Teâlâ “fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh” ya’nî “Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın vechi oradadır”(Bakara,2/115) âyet-i kerîmesi gereğince onda zâtı ve sıfatları ve isimleri ve fiilleri ile zâhirdir. Ve Hak Teâlâ “ve huve meaküm eyne mâ küntüm” ya’nî “Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4) âyet-i kerîmesi gereğince bütün görünme yerleri ile beraberdir. Bundan dolayı Hakk’ın berâber olduğu bir yerde lânet ve uzaklık yoktur. Uzaklık ancak bu hakîkatten câhil ve gâfil olanlara göredir. Çünkü câhil kendinin ve âlemin vücûdunu müstakil ve Hakk’ın vücûdundan ayrı görür. Ve bu görüşten tabi’ki uzaklık hâsıl olur. Ârif ise bu hakîkati bilişi ve onun bu bilgisinin Allah zikri cinsinden oluşu ve bu bilginin öğrenme mahallinin ise dünyâ oluşu yönünden, ona göre dünyâ için lânet ve uzaklık yoktur. Çünkü hadîs-i şerîf gereğince dünyâda Allah zikri cinsinden olan şeyler lânetlenmiş değildir. Şimdi ârifin bakışı böyle olunca onun dünyâ ile münâsebeti dünyânın “ayn”ı için değil, ancak Hak için olmuş olur.

Şimdi ey kerîm efendi! Allah Teâlâ’nın zâhir bir nûr cevheri olarak halk ettiği senin gibi bir halîfenin himmetine, göz ucu veyâ tam bakış ile sâdece aynından dolayı leş ve çöplük olan dünyâya kıymet verip bakmak ve ona köpekler gibi saldırmak yakışır mı? Ve dünyâya aynından dolayı kapılıp ona hizmetler etmek yakışır mı? Hak Teâlâ hazretleri “Ey dünyâ bana hizmet edene hizmet et; ve sana hizmet edeni hizmetinden çalıştır!” buyurmuştur. Çünkü dünyânın halk edilişinden kasıt olan şey kâmil ârifin zuhûrudur. Ve dünyâ bütün gereçleri ve ilâveleri ile ona hizmetkâr olmak için mahlûktur. Nitekim Hz. Sa’dî buyurur. Beyt:

Tercüme: “Bulutlar, rüzgârlar ve felekin ayı ve güneşi, eline bir miktar ekmek geçirmen ve gaflet ile yememen için hizmet içindedirler. Ve hepsi senin için hayranın ve itâatkârındırlar. Senin me’mûr olduğun hizmeti yerine getirmemen insâfın şartı değildir.”

Şimdi insanın me’mûr olduğu hizmet, ilâhî bilginin öğrenilmesi ve bu bilgi içerisinde ma’bûduna ibâdettir. Eğer bu istenileni terk edip çocuk eğlencesi mesâbesinde olan dünyâ işleriyle meşgûl olursan, dünyâ sana hizmetkâr olmaz, sen dünyâya hizmetkâr olmuş olursun. Oysa madde bedensel vücûdunun olgunlaşması için, dünyâdan sana lâzım olan şey ne ise, sana halîfelik mevkîini bahşeden ve seni halîfe kılan Hakk’ın ezelde kendi cânibinden sana takdîr etmiş olduğu o şey, sana yetecek miktarda gelip seni bulur. Bundan dolayı idâren altında olan duyulara ve a’zâna şefkât ile bezen; ve onları dünyâ işlerinde fuzûlî olarak zâlimâne işgâl edip yorma! Fakat “Mâdem ki dünyevî ihtiyaçlarım bana ezelde takdîr olunmuştur ve mutlaka bana gelecektir; o halde sebeplere teşebbüsü terk edeyim!…” de deme! Hakk’ın sana itâatkâr kıldığı bu ihtiyâçların talebinde kısa bir şekilde sebeplere teşebbüs eyle; ve bu talebde zahmet ve mübâlağa etme! Çünkü takdîr edilmeyen şey hakkında ne kadar zahmeti ve mübâlağayı tercih etsen sana gelmez, boşuna yorulmuş olursun.

Dünyânın hallerine bakarsan bu hâlin binlerce örneğini görürsün. Ve insan doğduğu günden beri hallerini muhâsebe edecek olursa görür ki, binlerce isteğinden ancak bir kaçına nâil olmuştur. Diğer halleri aklından ve hayâlinden geçmemiş olan şeylerdir. Mâdemki hâlin hakîkati budur, o halde talebde kısa kesip kurtuluşuna ve emirlerden ve yasaklardan ve sınırlardan Hakk’ın sana teklif ettiği şeyle meşgûl oluşun sebebiyle nefsini kurtarmaya çabala! Böyle olunca dünyevî görünme yerlerinden yüz çevirmeyi üzerine zorunlu kıl; ve külfeti tercih etmekle dünyâyı ısrarla talep etmekten vazgeç! Çünkü sen tam bir muhabbetle dünyâya yönelsen ezelde takdir edilmiş olan şey ne ise, ister istemez sana hizmetkâr olarak gelecek olan ancak odur. Ve ondan yüz çevirip zorâki olarak ve kısa keserek sebeplere teşebbüs etsen yine gelecek olan odur.

Bu hâli îzâh olarak, ashâb-ı kirâmdan Ka‘bü’l-Ahbâr (ra) Hak Teâlâ hazretlerinin yukarıda tercüme edilen Tevrât-ı şerîfteki hitâbını beyân eder. Şimdi sen bu hakikati bilerek, talepte kısa kesip idâren altında olan kuvvetler ve a‘zân hakkında şefkat ile muâmele edersen tabi’dir ki hem beden ve hem de kalb râhat eder. Şu halde sen beden ile kalbe râhatı yerleştir! Sen böyle yapınca ilk olarak kalbde bir takım boş emeller kesilir ve daha sonra o emellerin oluşması irâdesi gider. Çünkü irâdesiz bir şeyin taleb edilmesi geçerli olmaz. Ve irâde araştırma ve incelemeye sebep olmak için harekete geçiricidir. Örneğin gönülde zenginlik emeli olunca, irâde onun oluşması için gerekli sebeplere sarfedilir.

Ve irâde senin âmmende, ya‘nî kuvvetlerinde ve a’zânda tasarruf eden hâssandır, ya‘nî kalbindir. Ve eğer hâssan mazmûnda, ya’nî herhangi bir ma‘nânın oluşmasında gark olup bütünsel tasarruf ile tasarruf ederse âmmen, ya’nî kuvvetlerin ve a‘zân, o tasarruf altında zebûn olur. Ve sen hâssan olan kalbine emirlere ve yasaklara ve ilâhî sınırlara âit bir takım emirler vermiş olsan da, artık ona uymaya hâzır olamaz; çünkü başka bir ma’nâda gark olmuştur. Ve o senin emirlerine uymayınca, sen bu bölümde geçen ve ileride îzâh edilecek olan dört sınıftan, idâren altındakiler için leîm ya’nî fenâ sayılan sınıfa dâhil olursun.