Yardımcı olan aklı madde bedenine takdîm eyle ki, onların arasında senin makāmına geçsin.

SİYÂSET

Ey kerîm efendi! Sana refâkat eden şefkâtli kardeşinden şehrin siyâsetini dinle!Memleket ehline ibrâz etmeyi ve melekût ve ceberût ve şehâdet âleminden senin vâsıl olmuşluk âleminde ve ayrılmışlık âleminde zâhire çıkarmayı istediğinde, sana lâzım olur. Şimdi yardımcı olan aklı (razıyallâha anh) bütün memleketinde takdîm eyle ki, onların arasında senin makāmına geçsin. Ve senin onlara olan tecellîni bildirsin. Ve onların nefislerinde senin heybetini ve celâlini ve ezici kuvvetinin azametini takdîr ve tesbît eylesin. Onun sebebiyle onların nefisleri senden nefret etmesin. Ve aynı şekilde onların kalblerinde senin şefkatini ve lütfunu ve rahmetini ve cömertliğini ve senin üzerine nazlanmaya sebep olmayan minnetinin büyüklüğünü bildirsin. Böyle olunca onlar sana salt itâatkâr ve salt sapmışlar olarak değil, belki ikisinin ortasında olarak, i’tidâl ölçüsünde mülâki olurlar. Eğer onlar sana karşı gevşeklik hâlinde olmayı isterlerse, senin ceberûtundan ve ezici kuvvetinin azametinden onların nefislerinde olan şey, onları kabz eder. Ve eğer kabz hâlinde olmayı murâd ederlerse, senin acımandan ve şefkatinden onların nefislerinde karar kılmış olan şey onları rahatlatır. Şimdi onlar heybet ve üns makāmında korku ve ümît arasında olup şiddetli azâbdan emîn ve azametten korkar olurlar.

Gûya onların başına kuşlar konmuştur.

Onlarda zulüm korkusu değil, velâkin azamet korkusu vardır.

Bu makam ancak tâife-i melekûtiyye-i kerûbiyye hakkında geçerli ve sâbit olur. Ve onların dışındakilere gelince, şiddetli azâbın müşâhedesi onları nazlanmaktan engeller. Hak Teâlâ buyurur: “Kalblerin ve gözlerin döndüğü günde onlar korkarlar” (Nûr, 24/37). Ve yine buyurur: “Onlar üstlerindeki Rabb’lerinden korkarlar” (Nahl, 16/50). Ey efendi, sana isyân edene, onun mertebesi ve derecesinin yakınlığı kadar azâb eyle! Bâyezîd Bistâmî (ra)yi görmez misin? Allah Teâlâ için murâd eylediği bir emre mânî olduğunda, nefsine azâb için nasıl tam bir sene su içirmedi.

“Ey kerîm efendi!” (Bâtında rûha, zâhirde şartları kendisinde toplamış olan imâma hitâbdır). İşlerinde sana refâkat eden şefkâtli kardeşinden şehrin siyâsetini, ya‘nî memleketin zâhiren ve bâtınen düzenine bağlanan idâre usûlünü, dinle! Rûhun memleketi cisimdir ve imâmın memleketi bellidir. Memleketindeki ahâlîye bir şey ibraz etmeyi ve melekût ve ceberût ve şehâdet âleminden, senin vâsıl olmuşluk âleminde ve ayrılmışlık âleminde bir şey zâhire çıkmasını istediğin zaman, o idâre usûlü sana lâzım olur. Rûhun memleket ehli zâhir ve bâtın kuvvetleridir. Zâhir kuvvetler şehâdet âleminden ve bâtın kuvvetler melekût ve ceberût âlemindendir. Rûhun vâsıl olmuşluk âlemi yukarıda “şehir” ta‘bîr olunan kalb; ve ayrılmışlık âlemi “köy” ta‘bîr olunan duyulardır.

Şimdi yardımcın olan aklı (ki Allah Teâlâ o akıldan râzi olsun) bütün memleketinin ahâlîsine takdîm eyle ki, onların arasında senin makāmına geçsin. Ve senin onların üzerine tasarrufla olan tecellîni bildirsin. Onların nefislerinde ve zâtlarında senin heybetini ve celâlini ve ezici kuvvetinin azametini bildirsin. Fakat bu ihtâr ve bildirim o şekilde olsun ki, onun sebebiyle onların nefisleri ve zâtları senden nefretle senin heybet ve celâlinden kaçacak yer aramasınlar. Belki bu tecellîn onları, senin muhabbetine ve senden yardım talebine sevk etsin. Bundan dolayı yardımcın onlara senin heybet ve celâlini bildirdiği gibi, onların kalblerinde senin şefkatini ve lütfunu ve rahmetini ve cömertliğini ve keremini; ve sana karşı nazlanmalarına sebep olmayacak şekilde, senin onlar üzerine olan ihsanının büyüklüğünü bildirsin.

İşte bu iki şekil çerçevesinde olan tecellîn sebebiyle onlar sana büsbütün ümîtsiz veyâ büsbütün lâubâlî ve nâz ehli olarak değil, belki bu iki duygu kendilerinde orta halde olarak, i’tidâl ölçüsünde mülâki olurlar.

Eğer onlar sana karşı gevşeklik dâiresinde muâmeleye meyletseler, onların kalblerinde yerleşen ceberûtun ve çok büyük olan ezici gücün onları kabz eder ve sıkar; ölçüsüz gevşeklikten engeller. Ve eğer onlar senin heybet ve celâlinin üstünlüğüyle sürekli sıkı bir halde olmaya meyletseler, senin acımanın ve şefkatinin dikkâte alınması onlara rahatlama bahşeder.

Bu şekilde onlar heybet ve üns makāmında korku ve ümît arasında olup şiddetli azâbdan emîn ve azametten korkar bir halde bulunurlar. Bu hâl içinde onların hareketlerinde öyle bir sükûnet ve yavaşlama olur ki, gûyâ onların başına kuşlar konmuştur da az bir hareket ile uçacaklarından korkaklar. Onlardaki korku zulüm korkusu değil, azamet korkusudur. Ya’nî Efendi’mizin bize haksız yere kahrı yönelir diye korkmazlar; belki acıma ve şefkatini ve türlü ihsânını bildikleri halde, azametinin kemâli karşısında titrerler.

Bu makām beşerî kesâfetten sıyrılıp birlik denizinde gark olmuş olan ve kudsî hadîste beyân buyrulduğu üzere, Hak Teâlâ onların işitmesi ve görmesi ve diğer kuvvetleri ve a’zâsı olup mukarreb ya’nî yakınlaşmış meleklerin sıfatlarıyla vasıflanmış olan sınıf hakkında geçerli ve sâbit olur ki, onlara tâife-i melekûtiyye-i kerûbiyye denir. Ve “E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hüm yahzenûn” ya’nî “Muhakkak ki Allah’ın evliyâsına, korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus, 10/62) âyet-i kerîmesi gereğince onlarda korku ve hüzün yoktur. Kulluksal vücûdları hakkânî vücûdda gark olmuştur. Fakat bu sınıfın dışında olan kimselere gelince, şiddetli azâbın müşâhedesi onları nazlanmaktan, ya’nî gevşemeye meylederek nazlanmaktan engeller. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “Kalblerin ve gözlerin döndüğü günde onlar korkarlar” (Nûr, 24/37). Ve yine buyurur: “Onlar üstlerindeki Rabb’lerinden korkarlar” (Nahl, 16/50). Buradaki “üst,” mekânsal olarak üst değil “Ve hüvel kâhiru fevka ıbâdih” ya’nî “O, kullarının üstünde kahhardır” (En’âm, 6/18) âyet-i kerîmesinde beyân buyrulduğu üzere ma’nevî üsttür.

Ey efendi olan rûh! Sana isyân eden kuvvetlere ve duyulara onların mertebesi gereğince ve derecesinin yakınlığı kadar cezâ et! Bâyezîd Bistâmî (ra)i görmez misin ve onun menkıbesini işitmedin mi? Bârî’nin rızâsı için yapılmasını istediği bir işe muhâlefet ettiği zaman, nefsine azâb ve cezâ için tam bir sene nasıl su içirmedi!