Allah Teâlâ rızkı kullarına bollaştırsa yeryüzünde azgınlık ederlerdi

Ey kerîm olan efendi! Sana şununla da vasiyyet ederim ki, idâren altındakiler için lemha-i bârık ve hayâl-i târikin gayrı tahallî etmeyesin ya’nî ziynetlenmeyesin! Çünkü onlar kusurlarından dolayı halîfeliğin değerini bilmezler. Bundan dolayı çok kere ziynetlenmenin devamlı oluşu sebebiyle edebsizlik ederler. Belki bunun dışında başka bir şey olmaz. Ve Allah Teâlâ rızkı kullarına bollaştırsa yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Velâkin dilediği miktâr ile indirir. Şimdi kabz makâmı üzerine tenbîh eyledi. Ve tahallî ya’nî ziynetlenme burada arasıra veyâ her bir hâdisede değil, ba’zı hâdisede tevhîdi zâhire çıkarmaktır. Çünkü sürekli olarak ziynetlenme hükümlerin ve din ile ilgili şeylerin devre dışı kalmasına sebep olur. Ve böyle olunca da mülk eninde sonunda harâb olur. Şimdi tevhîdden lemha-i bârıkın dışındakilerden sakın, sakın!

Ey kerîm olan efendi! (Rûh’a hitaptır ve zâhirdeki halîfe için de ma‘nâya hisse vardır) Sana şununla da vasiyyet ederim ki, idâren altındakiler ve tâbi’lerin için lemha-i bârık ve hayâl-i târikin dışında bir şey tahallî etmeyesin! “Lemha” “bir şeyin ansızın az görülmesi” ma’nâsınadır. “Bârık” “sür’atle şimşek gibi çakıp kaybolan şey”dir. “Hayâl-i târik” “gece göze görünüp sür’atle yok olan hayâl”dir. “Tahallî” “ziynetlenmek” ma‘nâsınadır. Ve biraz aşağıda beyân edileceği üzere cenâb-ı Şeyh (ra) burada tahallî ya’nî ziynetlenmek kelimesini “tevhîdi zâhire çıkartmak” ma’nâsında kullanmışlardır.

Şimdi rûhun idâresi altındakilerin kuvvetler ve a‘zâ ve organlar olduğu yukarıda îzâh edildi. Zâhirî halîfenin idâresi altındakiler de ona tâbi’ bulunan halktır. Zâhirî halîfenin ziynetlenmesi, diğer fertlerin ziynetlenmesine benzemeyeceği için böyle bir ziynetlenme ile zâhir olduğu vakit, kendi makāmının vahdetini zâhire çıkartmış olur. Bu ziynetlenme ve tevhîd dâimî olmamalıdır. Çünkü halk ilâhî bilgilerdeki kusûrlarından dolayı halîfeliğin değerini bilmezler. Bu ziynetlenmenin devamlılığı sebebiyle, kendilerinde bu hâle ülfet ve alışkanlık peydâ olacağından çok kere o makāmın yüce şânına hürmette ve riâyette edebsizlik ederler; ve belki dâimâ bu hâle cür’et ederler. Bundan dolayı idâre altındakilere karşı ziynetlenme ancak şimşek gibi bir anda çakıp kaybolan ve gece göze görünüp sür’atle yok olan hayâl türünden olmalıdır ki, o makāmın heybeti idâre altındakiler üzerinden gitmesin.

Rûhun ziynetlenmesine gelince, halîfeliği dolayısıyla kendisini halîfe kılmış olan Hakk’ın sıfatlarıyla zâhir olmasıdır. Ve bu zâhir oluş indinde kuvvetlerden zâhir olan sıfatların ve a’zâ ve organlardan çıkan fiillerin onlara izâfe edilmesi ve onların bunlara vehmî olan sâhip olmaklıkları kalmaz. Ve bu halde sıfatlar tevhîdi ve fiiller tevhîdi zâhir olur. Ve bu hâl varlık âleminde hakîkatin zâhir oluşudur. Ve bu hâlin devamlılığı şerîat ve hükümler mertebesi olan varlık mertebesinde aslâ câiz değildir. Çünkü kuvvetler ve a’zâ bu tevhîdin zâhire çıkarılması karşısında kendilerine mahsûs olan vazîfeleri yerine getiremez olurlar. Nitekim ilâhî meczubların hâli meydandadır.

İşte bu zâhire çıkarma ve tevhîdin zâhir oluşu ilâhî rızıklardan bir rızıktır. Eğer bu rızkı Hak Teâlâ kullarına bollaştırsa yeryüzünde azgınlık ederlerdi, ya’nî bu varlık mertebesinin hükümlerine riâyet edip kuvvetlerinin ve a’zâlarının konuluşları doğrultusunda kullanamazlardı. Velâkin Allah Teâlâ bu rızkı dilediği miktâr, ya’nî kulun isti’dâd ve kâbiliyyeti kadar indirir. Bu hâl Kābız isminin gereğidir. Bundan dolayı bu “Ve lev besetallâhur rızka li ibâdihî le begav fîl ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu“ ya’nî “Ve eğer Allah, kullarına rızkı genişletseydi, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Fakat O, dilediği kadarını indirir” (Şûrâ, 42/27) ayet-i kerîmesi kabz makâmına işâret buyurur.

Ve bu bahiste bahsedilen tahallîden ya’nî ziynetlenmeden kasıt, arasıra veyâhut her bir hâdisede değil, hâdiselerden ba’zı hâdisede tevhîdi zâhire çıkartmaktır. Çünkü dâimâ ziynetlenmek ve tevhîdi zâhire çıkartmak yukarıda bahsedildiği üzere şerîat hükümlerinin ve dîn işlerinin devre dışı bırakılmasına sebep olur. Çünkü tahkîk ehli hazretleri “Eğer hakîkat zâhir olsa şerîat bâtıl olurdu” buyurmuşlardır. Bunun böyle olduğu hâl ve zevk ehli indinde güneş gibi bellidir. İlmî beyânı şudur ki, şerîat ikilik üzerine kurulmuştur. “Mürsil ya’nî Gönderici,” “resûl ya’nî gönderilen,” “mürselün-ileyh ya’nî kendilerine resûl gönderilen” gibi çokluklar lâzımdır. Bu ise Hakk’ın sıfatları ve fiilleri karşısında kula da sıfatlar ve fiiller isnâd edilmesini gerektirir.

Ve irâde, ilâhî sıfatlardan bir sıfat olduğu gibi, kula bağlanan sıfatlardan da bir sıfattır. Ve şerîat bakışında kul irâde sâhibidir; ve irâdesinden dolayı mes’ûldür. Bundan dolayı varlık âleminde ve bu şehâdet mertebesinde Hakk’ın irâdesi karşısında kula da irâde isbâtı lâzım gelir. Bu ise sıfatların tevhîdine aykırıdır. Fakat vücûdun varlık mertebesine tenezzülünün gereği bu hâl olduğundan şehâdet mertebesinde ikilik asıl ve tevhîd geçicidir. Ve geçici olan hâlin devâmı ise câiz değildir.

Ne zamanki kulun şehâdet mertebesindeki taayyünü ölüm dediğimiz hâl ile ortadan kalkar, bu taayyüne bağlı olan ibâdetler ve şerîat hükümleri de kalkar. Nitekim “Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn” ya’nî “Ve yakîn gelinceye kadar Rabb’ine ibâdet et!” (Hicr, 15/99) âyet-i kerîmesinde bu hakîkate işâret buyrulur.

Sonuç olarak bu taayyün âleminde sürekli bir şekilde tevhîdi zâhire çıkartmak câiz değildir. Eğer olursa şerîat hükümleri devre dışı kalır. Ve şerîat hükümleri devre dışı kalınca, bu insânî mülk derhal, veyâhut yavaş yavaş harâb olur. Mülkün derhal harâb olması budur ki, kuvvetler ve a‘zâ düzenli bir şekilde hareket edemeyip çevresiyle uyumsuz olur. Ve bu uyumsuzluklar Hz. Mansûr ve Hindli Sermed-i Sermest ve benzerleri hakkında revâ görülen hallere sebep olur. Ve yavaş yavaş harâb olması budur ki, düzeni ve intizâmı bozulan kuvvetlere ve a’zâya günden güne bozukluk bulaşır. Ve bu bozukluk onun günden güne fenâsına sebep olur. Böyle olunca tevhîdden lemha-i bârıkın ya’nî şimşek gibi bir anda çakıp kaybolmanın dışındakinden, ya’nî tevhîdi devâmlı olarak zâhire çıkartmaktan sakın, sakın!