Fasıl-4-BAŞKALARIYLA SOHBET

Ve başkalarıyla sohbet mürîde en çok şerli olan bir şeydir. Çünkü yol, ülfet edilen şeyleri kesmek ve beğenilen şeyleri terk etmek üzerine binâ edilmiştir. Ne zamanki başkalarıyla sohbet ülfet ve ünse; ve mahal değiştirme ve ayrılık gerçekleşmesi durumunda, elem oluşmasına sebeb olur; işte bunun için biz onu mekruh kıldık. Ve işte bunun için şeyhler derler ki: “Kim ki halvette ünsiyyet ve halk arasında sıkıntı buldu, şimdi onun ünsü halvette Allah ile değildir; ve ancak onun üzerine araya karışmış oldu.” Bundan dolayı mürîde cümleten başkalarıyla sohbetten uzaklaşmak evlâdır. Onun gayreti şeyh talebinde olsun. Eğer şeyhi bulursa, onun gayrısına bakmasın. Şeyhin talebeleriyle sohbette câiz değildir ve bunların dışındakilerle arkadaşlık etmesin. Eğer şeyh bununla emrederse bu durum istisnâdır. Şimdi mürîde kendi cinsinden halk ile berâber olmak ve onun dışındakileri vahşi gibi görüp kaçmak ve bu kaçışla Allah ile ünsiyyeti taleb etmek ve zikri çoğaltmak ve o husûsta mücâhede edip gayrı olan bir kimse ile düşüp kalkmamak ve arkadaşlık etmemek yakışır. Eğer sohbete mecbûr kalırsa, sohbet ettiği kişi ile berâber nefsini kontrol etsin. Eğer ondan ayrıldıktan sonra, kendisine ondan yana bir elem bulursa, ondan ve onun sohbetinden ayrılsın. Eğer o kendisine tâbi’ olur ve onu taleb ederse, şehirden ayrılsın. Giydiklerinde ve oturduğu meskeninde de böyledır. Nefsinden elbisesini sevdiğini hissettiği vakit, onu satıp başkasını giysin; ve eğer onu satmaya ihtiyâcı yoksa onu birine versin. Ve eğer mekânını severse, onu değiştirsin. Ve vücûdda ferde mensûb oluncaya kadar kalbinden nasîb alacak bir şey bırakmasın. Çünkü Hak Sübhânehû, gerek itâatkâr olanlardan olsun ve gerek onların dışındakilerden olsun, kendisinin gayrıyla ünsiyyeti olan kalbe tecellî buyurmaz. Ve eğer şeyh onun için tabîb ve kendisinde mürîdin helâki olan illetin varlığı ve onun indinde onun devâsı olmasa, şeyhin mürîd ile berâber oturması câiz olmaz idi. Ve onunla ünsiyyet yönü üzere değil, edeb öğrenme yönü üzere oturur olsun. Çünkü tâlibin şeyhe ünsiyyeti bağlandığı zaman, onun üzerine yol uzar ve onun tedâvisi şeyhe güç olur. Ve illetinden kurtulup âfîyet bulma süresi uzar. Ve bu onunla ünsiyyetten dolayıdır. Ve şeyhin talebeden yana amacı, her bir vakitte, onu zikr ile kalbi ma’mûr bir halde bulmaktır. Hattâ bir zaman olur ki, onun fiilinde bir kimsenin arkadaşlığına sebeb olan şeyi ona aktardığı zaman, onu elemlenmiş görür. Bundan dolayı şeyh bilir ki, muhakkak mürîde feth olundu; ve ona i’tinâ eder. Ve onun onlarla berâber yaşaması, kendi ihtiyâcını görmeden başkasına bağış ve ihsân ve nefsini halkın hizmetine vermek ve onlardan hukûk talebini terk ile olsun; ve onların fazlını görsün. Ve nefsi için onların indinde bir hak görmesin. Bundan dolayı onlar üzerine fazl nasıl olur? Ve işte bu illetten dolayı biz mürîde başkalarıyla sohbeti terk etmekle emrettik. Çünkü sohbet için, yapılması onun üzerine zorunlu olan bir hukûk vardır ki, onu kalbinde Allah Teâlâ’nın hukûkunu yerine getirmeyi ihmâl eder; mürîd ise zayıftır. Şimdi ona yalnızlık ve halktan uzaklaşmak evlâdır. Çünkü başkalarıyla sohbet temkîn ehli olan evliyânın büyüklerinin huyundandır. Ve onlar ile berâber nefsin üzerinde ol! Eğer seni zemmederlerse, sen zemmin ehlisin; ve eğer methederlerse, kendilerinin vasfıdır ki, onlardan söylerler. Ve Allah Teâlâ senin işini onlara örtmüştür. Ve eğer onlara açsa idi ayıbı görürler idi. Bundan dolayı onların methetmesiyle ve sana olan senâlarıyla ferahlanma!

Başkalarıyla sohbet, mürîde en çok şerli olan bir şeydir. Çünkü Hak yolu ülfet edilen ve alışkanlık edinilen şeylerden vaz geçmek ve nefsin hoş gördüğü ve beğendiği şeyleri terk etmek esasları üzerine binâ edilmiştir.

Başkalarıyla sohbet ülfet ve ünsiyyete; ve bu ülfet ve ünsiyyetin oluştuğu mahallin değiştirilmesi ve ayrılığın gerçekleşmesi durumunda da, kalbde elemin oluşmasına sebeb olduğu zaman, sâlik hakkında zararlı olur. İşte ayrılığı hüzün ve eleme sebep olan başkalarıyla olan bu sohbeti biz mekruh kıldık.

Ve işte bu sebepten dolayı şeyhler derler ki: “Kim ki halvette ve yalnızlıkta ünsiyyet; ve halk arasında sıkıntı bulmuş ise, onun ünsiyyeti halvette Allah ile değildir; ve ancak ona karışıklık olmuştur.”

Bilinsin ki, Hak yolunda sâlik için şeyhinin emriyle halvette bulunmak kâidesi de vardır. Fakat sâlikin nefsi bu halvetten aslâ hoşlanmaz. İşte sâlikin nefsi halveti kerîh gördüğü için şeyhi onu halvete koyar. Ve eğer sâlikin nefsi halvette ünsiyyet ve râhat bulur ve halk ile bir arada olmaktan yana sıkılır ise, şeyhi onu halvete koymayıp bilakis halk ile bir arada bulunup yaşamaya sevk eder. Çünkü amaçlanan şey güzel gelen şeyleri terktir.

Şimdi sâlik halveti güzel görürse ve halk ile bir arada bulunmaktan yana sıkılır ise, onun ünsiyyeti Allah ile değil, nefsi iledir. Ancak Hak yolunda halvet kâidesi olduğu için, onun halveti tercîh etmesinde, bu halvet kâidesiyle araya karışmış olur. Ya’nî sâliklerin halvete girmesi kâidesine uymuş olmak için bu da halvete girmiş olur. Fakat halvetteki maksad bu sâlik için mevcûd olmadığından faydası yoktur. Yalnız zâhirî olarak onlara karışma ve benzeyiş görünür.

Bundan dolayı mürîd için, ayrılığı kendisine elem verecek olan başkalarıyla sohbetten vazgeçmesi evlâdır. Onun gayreti kâmil bir şeyh aramaya sarf etmekten yana olmalıdır. Eğer hakîkî bir şeyhi bulursa başkasının sohbetine bakmamalıdır.

Ve şeyhin mürîdleriyle de sohbet etmek ve bir arada bulunmak câiz değildir. Çünkü onların hepsi sâlik olup henüz noksan hâlindedir. Bundan dolayı bunlarla sohbet ve bir arada bulunmak sâlik için zarardır. Eğer şeyh bunlarla sohbet etmeyi ve bir arada bulunmayı emrederse, bu hâl istisnâdır. Çünkü şeyh sâlikin kemâline lâzım olanı emreder. İhtimâl ki, sâlikin noksanları onlardaki noksanlardan daha fazladır. Sâlik bunlardaki kemâlâtı nefsine numûne edinmek için, şeyhi bu şekilde emretmiştir.

Şimdi mürîde;

Kendi cinsinden, ya‘nî yol ehlinden olan halk ile berâber olmak ve yol ehlinin gayrı olan kimseler onun indinde vahşî hayvânlar gibi olup onlardan kaçmak;

Ve bu kaçma husûsunda Allah Teâlâ hazretleriyle ünsiyyeti taleb etmek;

Ve Allah Teâlâ’yı çok zikretmek ve bu husûsta nefsinin meyillerine muhâlefet edip bir kimse ile berâber düşüp kalkmamak ve arkadaşlık etmemek yalışır.

Eğer bir kimse ile sohbet için mecbûriyet olursa, sohbet ettiği kişi ile nefsi arasındaki bağlantıyı kontrol edici olsun;

Eğer bu sohbet ettiği kişinin ayrıldığını düşündüğünde, kendisinde sıkıntı ve hüzün ve elem hissederse, o sohbet ettiği kişiden ve onun sohbetinden ayrılması lâzım gelir.

Ve eğer sohbet ettiği kişi onun arkasını bırakmayıp ta‘kîb eder ve onu ararsa, şehirden ayrılsın.

Bu sûretle nefsinin alışkanlıklarını kesmiş olur.

Elbisesinde ve oturduğu meskeninde de bu kâideye riâyet îcâb eder. Eğer giydiği elbiseye karşı nefsinde bir muhabbet hissederse, onu satıp nefsinin hoşlanmadığı başka bir elbise alsın.

Ve eğer elbisenin bedeline muhtâç değilse, satmayıp birisine versin.

Ve eğer oturduğu hâneyi veyâ odayı severse onu değiştirsin.

Kısaca bu izâfî vücûd âleminde ferde mensûb oluncaya kadar, kalbinden nasîb ve hisse alabilecek hiç bir şey bırakmasın. Çünkü Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri, gerek itâatkâr olanlardan ve gerek itâatkâr olanların gayrından olsun, kendisinden başkasıyla ünsiyyet peydâ etmiş olan kalbe tecellî buyurmaz. Beyt:

Sür çıkar gayrıyı gönülden tâ tecellî ede Hak

Pâdişâh konmaz saraya, hâne ma‘mûr olmadan

Nitekim bu konudaki îzâhlar “hayret taşı” bahsinde geçmiş idi.

Ve eğer şeyh, sâlikin tabîbi olmasaydı ve mürîdde onun helâkini gerektiren illetin varlığı ve şeyhte bu illetin ilacı olmasaydı, mürîde şeyh ile birlikte bulunmak bile câiz olmaz idi.

Bundan dolayı mürîdin şeyhi ile ünsiyyet yolu üzere değil, edeb öğrenme yolu üzere oturması lâzımdır. Ya’nî mürîd “Ben noksanım ve şeyhim kâmildir. Ben ondan kemâlin ne demek olduğunu ve Hakk’a ulaşmanın usûlünü öğreneceğim” niyeti ile şeyhinin huzûruna gitmelidir.

Ve bu gibi niyetlerin dışında olarak sâdece nefsi şeyh ile ünsiyyet bulduğu için onun huzûruna giderse, bunda mahzûr vardır. Çünkü tâlibin şeyhe ünsiyyeti bağlandığı zaman, onun üzerine sülûku uzar. Ve onun tedâvîsi şeyhe güç olur. Ve illetinden kurtulup âfiyet kazabilme süresi uzar. Çünkü şeyh de varlıksal sûretlerden biridir. Ve mürîd, onun ma’nâsından bakışı kesmekle, onun varlıksal taayyünü ile ve sûreti ile ünsiyyet peydâ ederse, kalbi Hakk’ın masivâsı ile ünsiyyet etmiş olur. Ve Hakk’ın gayrıyla ünsiyyeti olan kalbe tecellî olmayacağından, sâlik düştüğü bu çukurdan kurtuluncaya kadar, sülûkunu tamamlayamaz ve Hakk’ın tecellîsine mazhar olmakla kemâl kazamaz.

Hakk yolunda mevcûd olan râbıtaya gelince, bunda dahi yukarıdaki niyet mevcûd olmadıkça etkisi olmaz. İşin aslında şeyhin sûretinin dahi puttan ibâret olduğu tahkîk ehli hazarâtı tarafından beyân buyrulmuştur. Mesnevi:

Tercüme: “Benim yârimin hayâli, halîl gibi geldi. Onun sûreti puttur, ma’nâsı ise put kırıcıdır.”

Şimdi şeyh ile zâhiren ve hayâlen birlikte oturmak onun sûretiyle ünsiyyet üzerine olmayıp ma’nâsına bakmakla olması gerekir.

Ve şeyhin başına mürîdleri toplamaktan amacı, kendisine hizmet tedârik etmek ve halkı kendisine çekip elini öptürmek ve hürmet ve ta’zîm ettirmek değil, her bir vakitte onların kalblerini ilâhî zikir ile i’mârlı bulmaktır.

Hattâ bir zaman gelir ki, şeyh mürîdin yapacağı bir işte, bir kimse ile arkadaşlığına sebeb olan şeyi ona nakledip emrettiği zaman, mürîdi elem duyar. Ya‘nî mürîd kendi kendine der ki “Keşke şeyhim bana halk ile bir arada yaşamaya ve arkadaşlığa sebep olan bu işin yapılmasını emretmemiş olsaydı ne iyi olurdu” deyip üzülür. Bundan dolayı şeyh mürîdin bu hâlinden mürîde ilâhî fetih olduğunu bilir ve onun sülûkunun tamamlanmasına i‘tinâ gösterir. Çünkü yukarıda, Hakk’ın gayrı ile ünsü olan kalbe Hak Teâlâ tecellî buyurmaz, denilmiş idi. Mürîd ise Hakk’ın gayrıyla ünsiyyetten kaçındığı için tecellîye mazhar olur.

Şimdi mürîd ihtiyâc dolayısıyla halk ile birlikte yaşamak mecbûriyyetinde bulunursa, onun bu birlikteliği, kendisi muhtaç iken başkasına bağış ve lütuf etmek; ve güzel işler ve ihsân; ve nefsini halkın hizmetine vermek ve onlardan yana hukûk talebini terk etmek esaslarına dayanmalıdır.

Ve kendi üzerine onların fazlını görmeli ve nefsi için onların indinde bir hak görmemelidir.

Şimdi nefsini onların altında gören kimse onlar üzerine nasıl üstünlük iddiâsında bulunabilir?

İşte bu saydığımız zorluğu çok sebeblerden dolayı biz mürîde başkalarıyla sohbeti terk ile emrettik. Çünkü başkalarıyla sohbet için, yapılması mürîd üzerine zorunlu olan bir takım haklar vardır ki, o hakların yerine getirilişini tefekkür ederken, kalbinde Allah Teâlâ’nın hukûkunu yerine getirmeyi ihmâl eder. Mürîd zayıf olup hem halkın hukûkunu ve hem de Hakk’ın hukûkunu yerine getirmeye gücü yetmez. Bu iki tür hukûku bir araya toplayıp yerine getirmek kuvvet sâhibi olan kâmillerin kârıdır. Böyle olunca o zayıf olan mürîde halktan yana yalnızlık ve kaçmak evlâdır. Çünkü onlarla sohbet, temkîn ehli olan evliyâullâhın büyüklerinin huylarındandır. Ve onlar zikredilen iki tür hukûku yerine getirmeye muktedirdirler.

Şimdi sen temkîn ehli evliyâullâhın büyükleriyle berâber olduğun zaman, nefsine bakıcı ol! Eğer seni zemmederlerse sen zemmedilmeye lâyıksın ve zemmedilmenin ehlisin. Ve eğer seni methederlerse, kendilerinin vasıflarını söylerler. Ve Allah Teâlâ senin işini onların önünde örtücüğüyle örtmüştür. Ve eğer senin bâtınını ve hallerini onlara açsaydı ayıblarını görürler idi. Bundan dolayı “Bu büyükler beni methettiler ve bana senâ eylediler” diye ferahlanma ve sevinme! Ve kendinin hakîkaten medh ve senâya lâyık olduğunu zannetme!