Abdest aldığın zaman ters gelen şeylerden kaçınmaya gayret et; ve abdesti tamâm al ki, o abdesti bir kimse namaz için alır ve onu tam olarak alır. Ve her bir hareketine başlarken besmele çek! Ve ellerini dünyâyı terk ile yıka. Ve zikir ve Kur’ân okumakla ağzına suyu al! Ve ilâhî kokulardan koku almakla burnuna su ver! Ve burnunu zilleti tercîh etmek ve kibri uzaklaştırmakla temizle! Ve yüzünü hayâ ile; ve kollarını dirseğine kadar tevekkül ile yıka! Ve kulaklarını söz dinlemek ve onun en güzeline tâbi’ olmakla mesh et! Ve ayaklarını müşâhede kesîbini geçmek için yıka! Daha sonra lâyıkı üzere Allah Teâlâ’ya senâ eyle! Ve sana hidâyete götüren sünnetleri apaçık bir şekilde gösteren O’nun Resûl’ü (sav) üzerine salavât getir! Ve seccâdende Rabb’inin huzûrunda sınırlama ve teşbîh olmaksızın dur! Ve yüzünü Ka’be’ye çevirişin gibi, kalbini O’na çevir! Ve tahkîk eyle ki, vücûdda O’ndan gayrı bir şey yoktur. Ve sen zarûrî olarak muhlis olursun. Ve O’nu ta’zîm ve kulluğunu müşâhede ile tekbîr al! Ve kırâat ettiğin vakit, okunan âyetin asâleti üzere ol! Şimdi eğer âyetin ma’nâsı Allah üzerine senâ olursa, sen o kelâmın muhâtabı ol; ve sana Kitâb’ını okuyan odur. Kendi üzerine senâyı sana öğretir ki, onun nefsi üzerine sen onunla senâ edersin. Ve onun çizdiği sınırlar içinde durman için, emir ve yasak âyetinde ve bunun dışındakilerde de böyledir. Ve Efendi’nin hukûktan sana yönelttiği şeyi bil! Şimdi onları edâ etmek ve muhâfaza etmek için kalbinde hâzır et! Ve rükû’ etmende ve rükû’dan kalkışında ve secdende ve bütün hareketlerinde selâm verinceye kadar nâsıyenin onun elinde olduğunu düşün! Ve selâm verdiğinde akdin üzerinde kal ki, senin ve Rabb’inin gayrı bir kimse yoktur. Ve sana emreden üzerine söz ile selâm ver! Çünkü selâmın nefsinedir. “Fe izâ dahaltüm buyûten fe sellimû alâ enfüsiküm” (Nûr, 24/61) ya’nî “Şimdi bir hâneye girdiğiniz vakit nefisleriniz üzerine selâm veriniz!” Ve her ne vakit evine girersen iki rek‘at ile ona selâm ver! Ve dâhil olduğun her bir yerde böyledir.
Abdest aldığın zaman ters gelen şeylerden, ya’nî mekrûh ve bozuk şeylerden kaçınmaya çalış! Abdesti gusül ve mesh husûslarında tertîbe ve sünnet-i seniyyeye riâyet ile tamâm al! Ve namaza mahsûs olarak almayıp tahâretli bulunmak için alsan bile, namaz kılacak olan bir kimsenin i’tinâ ve dikkat ile aldığı abdest gibi tamâm al! Bu abdest namaz için değildir; nasıl olsa olur!… diyerek müsâmaha etme!
Ve her bir hareketine abdest alırken besmele ile başla! Ve ellerini dünyâyı terk niyetiyle yıka! Ve dünyayı terk mâsivâya muhabbeti kalbden çıkarmak demektir. Yoksa çoluk ve çocuktan ve bütün dünyâ işlerinde soyutlanıp ruhbâniy- yeti tercîh etmek değildir. Mesnevî:
Tercüme: “Dünyâ nedir? Hudâ’dan gâfil olmaktır. Yoksa kumaşlar, gümüşler, evlâd ve kadın değildir.”
Ve ağzına su verirken kalben zikret ve Kur’ân oku! Ve Allah Teâlâ’nın ma’nevî ve rûhânî olan kokularını koklamak niyetiyle burnuna su ver!
Ve zilleti tercîh ve kibri nefsinden uzaklaştırmakla burnunu temizle!
Ve yüzünü Hakk’a ve halka karşı hayâ niyeti ile yıka!
Ve kollarını dirseklerine kadar, bütün işlerinde Hakk’a tevekkül niyeti ile yıka!
Ve kulaklarını söz dinlemek ve dinlediğin sözlerin en güzeline tâbi’ olma niyyeti ile mesh et!
Ve ayaklarını müşâhede kesîbini geçmek niyeti ile yıka! “Kesîb” sözlükte “kum tepesi”ne denilir. Şerîat terimlerinde “cennet küresinde cennet sûretlerinden hâlî bir mahaldir ki, cennet ehli, o makâmda cennetlerin bütün ni’metlerinden el çekmiş oldukları bir hâlde zâtî tecellîye nâil olurlar.”
“Kesîb”in yeryüzündeki benzeri Hz. Mûsâ (as)’a göre “Sînâ Dağı”dır.
Ve kendisine rahmet edilmiş ümmet olan ümmet-i muhammediyyeye göre “Ka‘be-i muazzama”dır.
Ve tahkîk ehline göre bu zâtî tecellîye mazhar olmak için âhireti beklemek gerekmez. Onlar bu müşâhede kesîbini bu âlemde de rûh ayaklarıyla geçerler. Nitekim bu kitabın kavramlarına vâkıf olanlar bunu uzak görmezler.
Ayaklarını yıkadıktan sonra seni tahârete muvaffak eden Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ et!
Ve sana Hakk’a giden yolu açık bir sûrette gösteren Allah Teâlâ’mn Resûl’ü hâtem-i enbiyâ (Sav) Efendimiz üzerine salâvat getir!
Ve seccâdende veyâhut namazı kılacağın bir mahalde, Rabb’inin huzûrunda sınırlama ve teşbîh ya’nî benzetme olmaksızın, ya‘nî O’nu sırf tenzîh ile sınırlamaksızın ve sırf teşbîh ile kayıtlamaksızın dur! Ve tenzîh ve teşbîhe dâir îzâhlar yukarılarda geçti.
Ve yüzünü nasıl Ka‘be’ye çevirmekte isen, kalbini de Hakk’a çevir! Ve bu yönelişinde vücûdda O’ndan gayrı bir şey yoktur. Ya’nî vücûd ve varlık ancak Hakk’ın olup, gerek senin ve gerek senin çevrendeki eşyânın vücûdları, hep O’nun izâfi vücûdlarından ibârettir. Bundan dolayı senin ve bütün mevcûdların hakîkati hep Hak’tır; ve hepsinin Ma’bûd’udur. Ve izâfî vücûdlardan ibâdet edici olarak kendisine yönelmiştir.
İşte kendi ibâdet ediciliğini ve Hakk’ın Ma‘bûd oluculuğunu böyle bilip Hakk’a yönelirsen, bakışında mâsivâ denilen vehmedilmiş mevcûdlar kalkmış olacağından, zarûrî olarak ibâdetinde muhlis olursun.
Ve O’nun hakîkî vücûdunun azametini ve nihâyetsizliğini; ve senin O’nun karşısında, her yön ile sınırlanmış olduğunu ve kulluğunu kalb gözüyle müşâhede ile tekbîr et! Ve namazın başlangıç tekbîrini bu müşâhede içinde olduğun hâlde al!
Ve Kur’ân-ı Kerîm’i okuduğun zaman, okunan âyet-i kerîmenin yüksek ma‘nâsı ne ise, kalbini bu ma’nâda gark olmuş kıl!
Eğer âyetin ma’nâsı “Fe lillâhil hamdu rabbis semâvâti ve rabbil ardı rabbil âlemîn; Ve lehul kibriyâu fîs semâvâti vel ardı, ve huvel azîzul hakîm” ya’nî “Öyleyse hamd, göklerin ve yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi, Allah’a mahsustur; Göklerde ve yerde büyüklük ve azamet, O’na mahsustur. Ve O, Azîz, Hakîm’dir “ (Câsiye, 45/36-37) ve benzer şekilde Allâh Teâlâ’ya hamd ü senâya dâir ise, sen kelâmın muhâtabı ol! Ve sana Kitâb’ını okuyan senin lisânından Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleridir. Kendine hamd ü senâyı sana öğretir. Ve sen onun bu öğretişi yönüyle O’nun nefsi ve vâcib olan zâtı üzerine hamd ü senâ edersin.
Ve bunun zımnında halk edilişten kasıt ve ikilik hikmeti tahakkuk eder. Nitekim Hak Teâlâ “Ve mâ halaktül cinne vel inse illâ li ya’budûn” ya’nî “Ben, insanları ve cinleri Bana ibâdet etsinler diye hak ettim“(Zâriyât, 51/56) buyurmuştur.
Ve okunan âyetler emir ve yasağa ve diğer hükümlere dâir ise, O’nun kulları için çizdiği sınır içerisinde durman için bu şekilde tefekkür etmen lâzımdır.
Ve Efendin olan Allâh zü’l- celâl hazretlerinin gerek kendisine ve gerek halka tahsis ettiği hukûk cinsinden sana yönelttiği şeyi bil de, onları edâ ve muhâfaza için kalbinde topla ve hâzır et ki, bunları bilmemek yüzünden hukûku çiğneyenler zümresine dâhil olmayasın.
Ve rükû‘ya gittiğinde ve rükû‘dan kalktığında ve secdende, kısaca namaz içindeki bütün hareketlerinde selâm verinceye kadar, nâsıyenin O’nun elinde olduğunu düşün! Ya’nî “mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ” ya’nî “Hareket eden hiçbir canlı mahlûk yoktur ki; O, onun nâsiyesinden tutmuş olmasın” (Hûd, 11/56) âyet-i kerîmesinden gafil olma!
Ve selâm verdikten sonra da akdin üzerinde, ya‘nî yukarıda anlatılan tefekkürün üzerinde sâbit kal ki, bu akdine dâhil olan senin ve Rabb’inin gayrı bir kimse yoktur. Bundan dolayı ona karşı ahdini bozucu olma!
Ve sana emreden Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerine söz ile selâm ver! Çünkü senin hüviyyetin Hak olduğu için bu selâmın senin nefsine âid olur. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de “Bir hâneye girdiğiniz vakit nefislerinize selâm veriniz!” (Nûr, 24/61) buyurur. Bundan dolayı her ne vakit evine veyâ odana girersen iki rek‘at selâm verme namazı kılıp nefsine selâm ver! Ve dâhil olduğun her bir yerde de böyle yap! “Burası tenhâdır, kime selâm vereyim?” tarzında hâlin hakîkatinden yana câhil olanların fikrinde bulunma! Çünkü câhiller kendi nefislerinin hakîkatini bilmedikleri gibi, her bir zerrede Hakk’ın müşâhede edildiğini idrâk edemezler de bu âyet-i kerimenin hükmünü cennete dayandırırlar. Ölüm ile hâlin hakîkati kendilerine açıldığı zaman, çok şeye uymayanın kendileri olduğunu pek acı bir şekilde idrâk ederler. Fakat iş işten geçmiş bulunur.