VASİYET -1-

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM

On Yedinci Bölümden BEŞİNCİ KISIMdır; ve O Fasıllar Üzeredir. Ve Kitâb Onunla Sonlandı. Kitabın YİRMİ İKİNCİ BÖLÜMÜ Makāmındadır

Ey mürîd! Bilesin ki, nefsinin kurtuluşu odur ki, her şeyden evvel nefsinin ayıblarını sana gösterecek ve seni nefsine itâat etmekten çıkaracak bir üstâd aramak —eğer onu aramak için en uzak mekânlara gitmen gerekse dahi— sana vâcibdir. Ve ben sana inşâallâhü Teâlâ, şeyh aradığın sürede onu buluncaya kadar, ne yapacağını vasiyet ederim.

Şimdi onu bulduğun vakit, hâzır olan gâib olandan daha görünür haldedir.

Ya’nî ikâmet ettiğin şehirde böyle bir kâmil üstâd bulursan, gâibde ve diğer bir memlekette varlığını haber aldığın bir üstâdı bulmak için seferi tercîh etme! Çünkü hâzır olan kâmil üstâdın halleri sana gâibdekinin hallerinden daha açık bir şekilde görünür; veyâhut onu terk edip diğer bir üstâd arama!

Onun önünde ölü yıkayıcının önündeki ölü gibi ol!

Ya’nî onun irâdesine tâbi’ ol ve kendi irâdenden geç!

Eğer onu şerîata muhâlif görürsen dahi, onun aleyhinde sana bir hâtıra gelmesin! Çünkü insân ma’sûm değildir.

Bilinsin ki, nebîler ma’sûmdur. Onlardan şerîata muhâlif aslâ bir fiil çıkmaz. Evliyânın çok büyük bir kısmı şerîata muhâlefetten yana muhâfazalıdır. Ba’zıları kader sırrı gereği olarak muhâfazalı değildir. Onlardan zaman zaman şerîata muhâlif haller çıkabilir. Fakat bu muhâlefette aslâ ısrarlı olmazlar, derhâl istiğfâr ederler. Ve bunun sırrı onların sâbit ayn’ları “Gaffâr” isminin tecellî mahalli olmalarını gerektirmesidir. Bundan dolayı onların bu hâli nefislerinin gereği olmayıp kader sırrının gereğiyle ilâhî irâdenin kendi üzerlerinde cereyan etmesi maksadına dayalıdır. Bu da onların kendi hakîkatlerine vâkıf olmalarının netîcesidir. Yâhut onlardan şerîata muhâlif olan haller bir sebep ve hikmet altında çıkar. Nitekim cenâb-ı Şâh-ı Nakşbend (kAs) hazretleri bir gece dervişlerine hitâben:

“Bizim emrimize içinizde kim itâat eder?” buyurur.

Dervişler emirlerini beklediklerini söylerler. Hazret onlar ile berâber kalkıp boş bir eve girerler. Bir çok kumaşlar varmış. Onların çalınmasını emreder. O kumaşları gizlice naklederler. Bu nakil husûsu gerçekleştikten sonra, o eve daha sonra aynı gecede hırsızlar girip kumaşları çalmak isterlerse de bulamazlar. Ertesi gün dervişlerin naklettikleri kumaşlar sâhibine iâde edilir.

İşte görülüyor ki, cenâb-ı Pîr’in yüce emirleri görünüşte hırsızlık ve ma’nâda muhâfazadır. Bundan dolayı mürîdin onlardan çıktığını gördüğü şerîata aykırı emirlere ve fiillere i’tirâzları kesinlikle câiz değildir.

Ve nefsinde övülmüş ve zemmedilmişten yana olan şey, hangi cinsten olursa olsun, ondan gizleme!

Çünkü o senin tabîbindir. Ve nefsinde övülmüş olan şeyler sıhhat ve zemmedilmiş şeyler hastalıktır. Bir kimsenin kendisini tedâvi eden tabîbinden sıhhatine ve hastalığına dâir olan halleri gizlemesi câiz değildir. Aksi halde tedâvîde başarılı olunmaz.

Onun mekânında oturma; ve elbisesini giyme! Onun huzûrunda kölenin efendisinin huzûrundaki oturuş hâlinin hakkını vererek otur!

Çünkü mürşide karşı olan edebin, onun cismânî sûretine değil, ma’nâsınadır; ve onun ma’nâsı Hakk’tır. Ve sana olan hizmeti pek büyüktür. Çünkü seni de kendi ma’nâsına çeker. Bundan dolayı böyle bir zâta tabi’ki kölenin efendisine karşı göstereceği edebin yüz derece fazlasını göstermek gerekir. Ve mürîdin böyle bir edebi göstermesi hakkını vermek olur; ve aksi bir hâl nânkörlüktür.

Sana bir şey yapmakla emrettiğinde, sana emrettiği şeyi bilmen için, onu tesbît et! Tam olarak dinlemeden hemen işe girişme ki, sen sana emrettiği şeyi bilemezsin.

Ya’nî sana bir iş havâle ettiği vakit, bu işin mâhiyyeti ve icrâ edilmesinin ne şekilde olacağını lâyıkıyle bilmen için sözüne dikkat edip onu zihninde tesbît et; ve sözü tamâmı ile dinlemeksizin acele ile o işe girişme ki, sana emrettiği şeyi lâyıkıyla anlayamamış olduğun için güzelce ve tam olarak yerine getiremezsin.

Ve ona bir fikir beyân etme ve sana emrettiği şeyin sebebinden sorma!

Ya’nî sana bir şey söylediği ve emr ettiği vakit, ona kendi fikrini beyân etme; ve emrine karşı, efendim bu emrin sebebi nedir, niçin böyle yapalım? diye sorma!

Ve sen ona rü’yâ ve diğer husûslarda hallerinden her hangi bir hâli vasfettiğin zaman onun şerhini taleb etme! Ve ona bir iş hakkında söz söylediğin zaman, ondan o söze cevap isteme! Ve konuşan birinin sözüne onun hakkında ihtimâl verme!

Ya’nî mürşidin hakkında birisi çıkıp da hoş olmayan bir şey söylerse, belki bu hâl vâriddir, diye ihtimâl verme! Bu adam benim mürşidimin hâlini ve kıymetinin yüceliğini ve derecesini bilmediği için, onun anlayışının kötülüğünden ibârettir, de!