Gölgenin çekilmesi ve sızlanmanın kesilmesi:

Gölgenin çekilmesi ve sızlanmanın kesilmesi:

Allah Teâlâ “Sümme kabadnâhu ileynâ kabdan yesîrâ” (Furkân, 25/46) ya‘nî “Sonra Biz onu yavaş yavaş kısaltarak kendimize çekeriz” buyurdu. Ve gölge ancak san’attaki sebebden dolayı bâkî kalır. Şimdi gölge devâm ettikçe emirden yana örtme vardır; ve onda tasarruf etmek ve onun çekilmesi men’ edilmiştir. Eğer senin indinde mükerrem taş mevcûd değilse ve hakîkatlerin netîcesi yok ise, sana bir imâm talebi lâzımdır. Eğer bulamaz isen odanı bütün eşyâdan yana temizle ve burayı halvet edin! Ve zikrin “Allah, Allah” olsun, başkası değil! Bunu yapmadan önce isti’dâdına göre yiyecek ve içecek derdinden kurtul! Dayanağını “leyse ke mislihî şey’un” ya’nî “O’nun misli bir şey yoktur” (Şûrâ, 42/11) âyeti kıl! Şimdi muhakkak en yakın yedi günde ve en uzak kırk günde gölgenin zevâl bulması gerekir. Ve sızlanmaya gelince, onun sebebi nefsin melekût ile şehâdet âlemi arasında sıkışmasıdır. Ve o hallere dönük bir konudur. Ona Hak Teâlâ’nın “e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb” ya’nî “Allah zikri ile kalbler mutmain olur ve sâkinleşir” (Ra’d, 13/28) sözünü yükle! Muhakkak onun sızlanması inşâallâhu Teâlâ kesilir.

Bilinsin ki, algılanan, hayâl edilen, hatırlanan, hâfızada olan, düşüncede olan, akledilen şeylerin hepsi birer gölgedir. Ve nefis bunların te’sîri altında dâimâ söyler ve feryâd eder durur. Nefsin bu sözleri “sızlanma”dır. Şimdi bu bölüm bu gölgelerin çekilmesini ya’nî izâle edilmesini ve sızlanmanın kesilmesini beyân eder.

Hak Teâlâ hazretleri Furkân sûresinde “E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zılle, ve lev şâe le cealehu sâkinen, sümme cealneş şemse aleyhi delîlâ; Sümme kabadnâhu ileynâ kabdan yesîrâ” (Furkân, 25/45-46) ya’nî “Rabb’ini görmez misin? Gölgeyi nasıl uzattı. Ve eğer dilese idi onu sâkin kılardı. Daha sonra biz onun üzerine güneşi delîl yaptık. Ondan sonra onu yavaş yavaş kısaltarak kendimize çektik” buyurur.

Ve gölge ancak ilâhî san’attaki illet ve sebepten dolayı bâkî kalır ve devâm eder. Ve bu illet ve sebep de ilâhî hikmettir. Çünkü san’atçının san’atı ma’kûl bir maksada dayalıdır.

Şimdi gölge devâm ettikçe ilâhî emirden yana örtme vardır. Bu örtme gereği ya kulun sâbit ayn’ının ve hakîkatinin îcâbıdır; veyâhut geçici sebeblere dayalıdır. Geçici sebebler tam bir ihlâsın olmayışı veyâ şübheli veyâ harâm gıdâ yenilmesi veyâ kalbe mâsivâ sevgisinin gâlib gelmesi gibi hallerdir. Ve bu gibi durumlarda kuldan o gölgenin çekilmesi ve onda tasarruf etmek mümkün değildir.

Eğer senin indinde mükerrem taş sırrı ve hakîkatlerin netîcesi olan yukarıda bahsedilen taşların özellikleri mevcûd değil ise, mutlaka sana bir imâm, ya’nî kendisi kâmil ve seni de kâmil edecek bir mürşid lâzımdır ki, senin nefsinin ayıplarını sana göstersin. Mürşidin çeşitleri çoktur. En düşüğü sana tövbe telkîn edip nefsini emmârelikten levvâme mertebesine yükseltendir. Ve en yükseği nezdinde mükerrem taş sırrı bulunan ve “iksîr” gibi gizli ve varlığı nâdir olandır ki, seni mertebe mertebe yükselterek sâfîye nefs mertebesine ulaştırır; ve sende hayret taşı sırrını açığa çıkartır. Eğer hakkında ezelî inâyet öne geçmiş ise, sana mükerrem taşın sırrı açılarak, sen de mürşidin gibi varlığı nâdir bir iksîr olursun.

Eğer himmetin yüksek olup da mürşidin yükseğini bulamazsan aşağıdaki çâreye başvur!

Odanı bütün eşyâlardan yana temizle! Ya’nî bakışın denk geldikçe sana hâtıra verecek olan eşyâyı kaldır! Burasını kendine halvethâne edin! Ve kıbleye dönük otur; “Allah, Allah” diye zikre devâm et; başka isim zikretme!

Ve halvete girmezden önce yetecek kadar yiyecek ve içecek hazırla ki, gıdâ ihtiyâcı halvet esnâsında sana hâtıra vermesin. Bu şekilde yeme içme derdinden kurtulursun. Yiyeceğini ve içeceğini yetecek kadarından daha az tedârik etme ki, çok açlık çekmek hâtırını perîşân etmesin.

Zikrini “leyse ke mislihî şey’un” (Şûrâ, 42/11) ya’nî “Onun misli bir şey yoktur” âyet-i kerîmesine dayandır ki, zikrinle fikrin uygun olsun. Eğer bu şartlara riâyet edersen, isti’dâdına göre, en yakın yedi günde ve en uzak kırk günde, yukarıda îzâh ettiğimiz gölgeler çekilip gider.

Sızlanmaya ya’nî nefsin feryâd ve ıztırâbına gelince:

Onun sebebi nefsin melekût ile şehâdet âlemi arasında sıkışmasıdır. Ve bu hallere bağlı olan bir konudur. Her bir sâlikin şahsına göre değişir. Birininki diğerine benzemez. Sen o sızlanmaya Hak Teâlâ’nın “e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb” (Ra‘d, 13/28) ya’nî “Allah zikri ile kalbler mutmain olur ve sâkinleşir” sözünü yükle! Muhakkak nefsin sızlanması inşâallâhu Teâlâ kesilir.