Ve bizim için bu ma‘nâda beyitler vardır:
Sebepsiz yere san‘at iddiâsında bulunan yalan sözde ve da‘vâda ve yalanlar içinde yaşadı.
Ya’nî sûrî kîmyâda “sebeb”i, ya’nî iksîri, tahsîl etmeksizin “san‘at” iddiâsında bulunan kimse halka karşı yalan sözde ve kuru da’vâda ve yalanlar ile halkı aldatmak sûretiyle yaşadı. Ve bu yalanlarıyla halkın elindeki malı alıp geçindi. Ve bu mükerrem taş kendilerine açılmayıp ma’nevî kîmyâ san‘atına vâkıf olmayanlar da, halkı irşâd etme da’vâsına kalkışmakla, onlar da bunlar gibi bir yaşantı sürdürdüler.
Lehçesi doğru, talebi korunaklı olan seni seven nasîhatçının sözünü dinle!
Ey hakîkat tâlibi! Sen bu gibi yalancı iddiâcıların kuru da’vâlarına kulak asmayıp lehçesi doğru ve talebi yalandan korunmuş olan ve senden sûrî ve ma’nevî hiç bir fayda beklemeksizin seni seven nasîhatçının sözünü dinle! Çünkü bu vasıf kendisinde ma’nevî iksîr bulunduğunun alâmetidir.
Neyyir feleğinden indi. Bağıntı oluşmasından yana tahsîle çalış!
Neyyir, güneş ma’nâsınadır. Ve eski kîmyâ terimlerinde güneşten kasıt bakırdır. Ya’nî bakır altın mertebesine yükselmek için kendi feleğinden, ya’nî kendi çevresinden, indi. Altın bağıntısının oluşması için çalış! Ya’nî ona bir terkîb yap ki, onda altının bağıntıları oluşsun.
Bakırdan kasıt sâlikin kesîf vücûdudur.
Altından kasıt da “izâfî rûh”udur.
Ya’nî bakır gibi olan kesîf vücûduna ma’nevî bir terkîb yap ki, altın gibi olan rûha dönüşsün.
Civayı ma’deninden al, ondan elde edilen civayı çek!
Eski kîmyâ terimlerinde “firâr” civa ma‘nâsınadır. Ve tabîatı sıcaklık olup eril sayılmıştır. “Civa” bulunduğu kabın şeklini alır ve her tarafa akıp giden bir madde olduğu için ve bunun gibi nefis de aynı vasfı taşıdığı için, cenâb-ı Şeyh (ra) nefsi civaya benzetmiştir.
Ya’nî sen civa gibi olan nefsi kendi ma’deni olan kesîf vücûdundan al! Ve o aldığın civayı ma’deninden çek çıkar! Çünkü o, ma‘deni olan kesîf vücûdda kaldıkça kendi sıfâtından temizlenemez.
Şimdi sen onu boyun eğdirdiğin zaman, onun zâtı kendisinde olan terkîbi ve tortuyu taşıyıcı olur.
Şimdi sen eski kîmyâ gereğince civayı lâzım olan diğer parçalar ile karıştırıp damıtma, yumuşatma, eritme ve diğer işlemlerini yaparak onu sâfilik hâline boyun eğdirdiğin zaman, onun zâtı kendisinde bulunan terkîbi ve tortuyu taşıyıcı olur.
Ya’nî civa gibi olan nefis riyâzât çeşitleri potasında türlü terbiyelere ma‘rûz kaldıktan sonra saf kısmı ve tortusu ayrı birer tarafa ayrılır. Saf kısmı, melekiyyet olur ve tortusu beşeriyyet olur. Ve nefis zâtında bu iki hâli de taşıyıcıdır.
Fazlalıklar, ateşte neyyirâtın karışması sebebiyle yükseldi. Onun hâline bak!
Neyyirâttan kasıt güneş ile aydır. Ve eski kîmyâ terimlerinde güneş bakıra ve ay gümüşe söylenir. Civa kimyâsal işlemlerle bakıra ve bakır gümüşe dönüşür. Ya‘nî ateşte bakır ve gümüşün karışması sebebiyle civada fazlalık olan tortular yukarı çıkar; ve buharlaşıp havaya gider. Ve buna ba‘zı iksîrler karıştırıldığında altına dönüşür.
Sen onun bu hâline bak! Civa gibi olan “emmâre nefs” terbiye edilerek, bakır gibi olan “levvâme nefs”e; ve ondan sonra gümüş gibi olan “mülhime nefs”e dönüşür. Ve riyâzat ateşi ile ondan fazlalık olan zemmedilmiş sıfatlar yükselip buharlaşır. Ve buna ba’zı evliyâ iksîrleri karıştırılarak “mutmainne nefs” makâmına yükselip altın hâline gelir.
Şimdi onu fânî ettiğin zaman sebeb geriye kalır. Senin kalayını aynda altına dönüştürür.
Ya’nî o nefsi riyâzât ateşi fânî ettiği zaman “sebeb,” ya’nî ayniyyet, fânî olmaz, belki yine yerinde durur. Fakat kalay gibi olan senin ayn’ını altına dönüştürür.
Ya’nî fenâ-fillâh hâlinde kulun izâfî vücûdu fânî olmaz, yine bâkîdir. Fakat o izâfî vücûd artık hakkânî vücûd olur. Ve bu mübârek beyitlerden anlaşıldığı üzere sâlik vücûdunda bu değişimleri geçirmek için “iksîr”e muhtaçtır. Ve o da mükerrem taş kendisine açılmış olan kâmil ve mükemmel mürşiddir. Ve her velînin bu değişimlere gücü yetmez.