O öyle bir şeydir ki, hâl sâhiblerine ve halka mahsûs olarak insana rabbâniyyet verir.

Ve mâvî yâkût taşı da bundandır. Allah Teâlâ’nın Kitâb’ından onun âyeti “lâ muakkıbe li hükmihi” ya’nî “O’nun hükmünü reddedecek yoktur” (Ra’d, 13/41)’dir. O öyle bir şeydir ki, hâl sâhiblerine ve halka mahsûs olarak insana rabbâniyyet verir.

Dış âlemde mâvî yâkût taşı olduğu gibi, insânî nefsde buna karşılık ve paralel olarak mâvî yâkût taşı vardır. Ve mâvî yâkût taşını taşıyan kimsenin sözü insanlar arasında geçerli olduğu ve kendisi insanlar indinde muhterem ve azîz bulunduğu gibi, bu taşa karşılık olan sır ve latîfe kendisine açılmış olan kimsede, gerek hâl sâhibleri olan sâlikleri ve gerek sâlik olmayıp muâmeleler sâhiblerinden olan kimseleri terbiye özelliği oluşur. Çünkü Allah Teâlâ’nın Kitâb’ından bu sır ve latîfenin âyeti “lâ muakkıbe li hükmihi” (Ra’d, 13/41) mübârek sözüdür. Yüce ma‘nâsı “O’nun hükmünü reddedecek yoktur” demek olur.

Ve bu sır, rûhun “hafî ya’nî gizli latîfesi” mertebesidir ki, nefsin “râzıyye” mertebesine paraleledir. Ve “gizli latîfe”nin rengi ba’zı tahkîk ehline göre mâvîdir. Rûh, burada halîfeliğinden kastedilen mertebeyi elde etmiş olduğundan ulûhiyyetin rabbâniyyeti ile de vasıflanır. Ve bu sıfatla vasıflanınca gerek sâliklere ve gerek halka karşı olan mürşidâne sözlerini reddetmeye cür’et edecek olan bulunmaz. Ezelî şekâvet sâhibleri üzerinde bile dünyâ işlerinde tasarrufa gücü yeter. Bu tevhîdde fenâ sırrıdır.